Tuesday, July 24, 2012

Hayatsız kadın Ayşe


Ayşe Tükrükçü’ye “hayatım” demek isterdim…
 -Işıl Kandolu

Geneleve yeni “düşürülen” genç kadına yemek ısmarlayan Seda şöyle seslendi:
“Rahatlıkla ye yemeğini, o yemeğin içinde benim emeğim, alın terim, bedenim var.”

Tanrıya, devlete, erkeğe ait olan bedenlerimiz… İçinde şeytan taşıyan, ayartan, ayarttığı için açık-örtülü her türlü şiddeti hak eden bedenlerimiz. Gün gelir çağrı merkezinde patrona peşkeş çektiğimiz, dersanelerde, özel okullarda, bankalarda, fabrikalarda kurban verdiğimiz, saatlerce çalıştırılan bedenlerimiz... Ayşe Tükrükçü’nün hayatını biyografik roman biçiminde anlatan Alper Uruş’un “Hayatsız Kadın Ayşe” isimli eseri, Kibele Yayınevi tarafından Yayın Kolektifi katılımcılarından Gülnur Elçik’in editörlüğünde tekrar basıldı. Biyografik eser, Seda’nın, gerçek ismiyle Ayşe’nin bedeni üzerinde iktidar kurmaya çalışan devlet, polis, patron, pezevenk-kocaya karşı verilen mücadelenin etkileyici bir anlatısı.

Kimdi Ayşe? Orospu mu? Fahişe mi? Seks işçisi mi? Hayat kadını mı? O, olsa olsa “hayatsız” bir kadındı. Ayşe’nin hayatında ne çok erkek vardı: Amcası Ali Rıza, babası, kocası Hasan, kaynı Hanifi, ,Cemal, vekil Yusuf, Ökkeş Bahri, Burhan, Abidin ve nicesi. Ama onun hayatında belirleyici olan ne kadar az kadın var, babaannesi, amcasının tecavüzüne seyirci kalan amca kızı Şengül, ona sahip çıkmayan annesi, Almanya’da yurtta geçirdiği travmayı atlatması için ona yardımda bulunan yurt görevlisi Detlef ve iletişim kurması yasak olan “hayat arkadaşları”. Sabahtan akşama bedenlerini sunuşunu mavi, sarı, yeşil markalarla kanıtlayan kadınların konuşmaları, sohbet etmeleri yasak. Banka kuyruğunda müdürlerinin, ilişki kurmamaları için gizli bakışlarını çalışanlar üzerinde hissettirdiğini biliriz, paravanlarla ayrılmış beyaz yakalılar hüzün verir bize, bilgisayarının ya da işinin başından ayrılamayan, sermayeye kendini, bedenlerini yatıran onlar, bizleriz aslında. Engellidir konuşmalarımız, gülüşmelerimiz. Genelev kadınları da ayrılmışlar birbirlerinden açık bir beden diliyle, pezevenklerinin şiddetiyle… Ama ayrılamıyorlar işyerlerinden, basıp gidip istifa mektuplarını patronlarının yüzüne çarpamıyor genelevdeki seks işçileri.

Klasik bir hikâye gibi gelebilir bizlere Ayşe’nin hikayesi, Türk filmlerinde gördüğümüz, üçüncü sayfa haberlerinde okuduğumuz, magazinel haber bültenlerinde düzinelerle polis otosuna bindirilen kadınlardan biridir belki o. Biliriz bunları bilmesine ama, hayat hikâyeleri bizim korunaklı hayatlarımıza bu kadar cesurca giriverdiğinde onları ötekileştiriveririz. İzlerken normalleştirdiklerimiz bizim korktuklarımızdır aslında. Amcasının sistematik tecavüzüne maruz kaldığını, ailesinin bunu kabullenmeyip şiddet üstüne şiddet gösterdiğini, sokaklarda, barlarda şiddetten kaçmak için çalıştığını, polis-sevgili işbirliği ile geleneve satılışını, kürtaj olduktan 3 saat sonra bir erkeğin altına yatmak zorunda bırakılmasını, geneleve borçlandırılışını, onun emeği üzerinden pezevenginin araba aldığını, sabahtan akşama seks kölesi olarak çalıştığını duymak, görmek istemeyiz. O yüzden genelevlerini umumdan uzak yerlerde romantik ışıklarla bezeyerek sunar bize devlet, ortak olduğu mapushaneyi, hayatsız kadınlar hapishanesini görmeyelim; bilelim ama bilmezden gelelim diye.

Öyle uzağımızdadır ki genelevler, mapushanelerin duvarlarını bir gün yıkacağımızı hayal edebiliriz ama genelevlerin kapısına dikilip duvarlarını yıkmak aklımızdan hayalimizden geçmez. Ne de olsa alan memnun, satan memnundur. Fakat Ayşe Tükrükçü geneleve sığamamış bir kadındır. İki kere firar etme girişimi olmuştur Ayşe’nin, birincisinde pezevenginin verdiği yanıt, korkunç bir şiddet ve tecavüz olmuştur. Onun kurtuluşu bellidir artık: Ahmet… Onu satıldığı her gelenevde izleyen Ahmet’le evlenebilmek, borcunu ödeyebilmek için bilmem kaç yüz erkekle yatıp bilmem kaç yüz marka biriktirmek zorunda kalmıştır. Sonunda devletimizin, milletimizin istediği gibi beyaz gelinliği ile çıkmıştır işyerinden, yol arkadaşlarını geride bırakarak.

Cesur kadın Ayşe durmamış, kulağımızı tıkadığımız görmek istemediğimiz bu gerçekleri, yaşam alanlarımızın dışına attığımız, devlet eliyle bedenlerini erkeklere sunan kadın seks kölelerinin olduğu mapushaneleri, milletvekili adayı olup gözümüze sokmuştur. Verdiği bu rahatsızlıktan ötürü devlet adaylık başvurusunu kabul etmemiştir önce. Ayşe genelevden çıkınca hamama gidip kırklanmış, arınmıştır geçmişinden, fakat kocası ve devlet nezdinde arınamamıştır. Onun temizlenmesi için resmi olarak beş sene geçmesi gerekir. Temiz kağıdı ise devletin bürokrasisinde gizlidir.

Bu sürükleyici kitabı bir anda bitirmek istedim, bitirmek ve üzerine günlerce düşünmek. Eser bir roman tadında, Ayşe’nin hayat hikâyesini onun ağzından dinliyoruz önce, son bölümde Alper Uruş devreye giriyor ve o anlatıyor bize Ayşe’nin son dönemini, tanışma süreçlerini, eserini kalem alış hikâyesini. Kitabı okurken çeşitli imla hataları, anlatım bozuklukları göze çarpıyor. Yayın Kolektifinin gönüllü redaksiyon yapan üyeleri, bu eser satılır ve ikinci basımı olursa umuyorum ki eseri tekrar gözden geçirme olanağına sahip olurlar. Alper Uruş’un yalın diliyle anlattığı bu eseri okuduktan sonra şöyle de düşünmedim değil, bu kitabı Ayşe neden yazmadı, bir kadın diliyle?