Friday, July 20, 2012

96 Ölüm Orucu Direnişi’ne, Demircioğlu’na, 12’lere…



“En önde çarpışan ben olmalıyım. Fedakarlıkta ve can fedalıkta sıranın başında yer almalı, yapamayacağım bir işi asla başkasından istememeliyim.”*

Türkiye’de hapishaneler bir rejim sorunu olagelmiştir. Osmanlı’dan “Zindan Kültürü” nü devralan Modern Cumhuriyet, hapishaneleri zindanlaştırmanın bir yolunu her dönemde bulmuştur. Türkiye’de aydın hareketinin, sol-sosyalist hareketinin tarihi bir anlamda hapishanelere kapatılmanın, hapishanelerde siyasal fikirleri ayakta tutma mücadelesinin tarihidir.

Burcu Demirbaş

Bugün isimleri sanat ve edebiyat dünyasının köşe taşlarını oluşturan Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Orhan Kemal, Ahmed Arif gibi nice aydın ve sosyalist, hapishanelerde sanatsal ve siyasal eserlerini ortaya koymuş ve başlı başına bir hapishane edebiyatını var etmişlerdir.

12 Eylül askeri faşist cuntası, yükselen toplumsal muhalefeti yenmek, darbe rejimini derinleştirmek için hapishaneleri bir vahşet aracına dönüştürmekten geri durmadı. Bugün dahi tartışılan 5 No’lu Cezaevi (Diyarbakır) gerçeği, Metris ve Mamak toplama kampları insanlık tarihinde birer utanç lekesi olarak anılmaya devam edecektir.

Pekala, neden egemenler hapishaneleri bir vahşet aracına dönüştürmek isterler?

Hapishanelerin kendisi zaten bir baskı ve şiddet aracıdır. Ancak egemenler bir biçimde tutsak ettikleri devrimcileri, muhalifleri sadece bedenen ve fiziken kontrol altında tutmaktan çok, onların fikirlerinin kitleler üzerindeki etkisini de kontrol altına almak, mümkünse de yok etmek isterler.

12 Eylül askeri cuntasına karşı direnişin önemli sembollerinden biri olan ’84 Ölüm Oruçları, tek tip elbise, kişiliksizleştirme, karıştır-barıştır gibi saldırılara karşı bir set oluşturdu. Rejimin tarihi boyunca bir sorun ve direniş alanı olan hapishaneler, 1984’den sonra devlet ile devrimcilerin irade çatışmalarının sahnesi oldu.

’90’ların başında yükselen işçi hareketi, katliamlara karşı sokağa çıkan demokratik Alevi muhalefeti ve rejimi yapısal krize sürükleyen Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı devlet, zindan politikasını devreye soktu. 12 Eylül’ün toplama kamplarını sebatkar direnişlerle püskürten devrimcilerin hapishanelerde eğilmeyen iradeleri ve hapishaneleri birer yaşama alanına çeviren yaratıcılıkları devleti çileden çıkarmaya yetiyordu. Yükselen anti-faşist karakterli toplumsal hareketi bastırmak için, zindanları hedef tahtasına oturtan sömürü düzeni şu gerçeği açıkça biliyordu; hapishaneleri kontrol altına alamazsa dışarıda yükselen isyan dalgasının altında kalacaktı.

İşçiler, ezilenler, yoksullar sokaklara çıkmış hem 12 Eylül’ün hesabını soruyor, hem de daha fazla özgürlük ve ekmek istiyorlardı. Halkların ekmek ve özgürlük talebine sermaye düzeninin yanıtı daha fazla baskı, daha fazla zorbalık, daha fazla işkence, daha fazla insan hakları ihlali oldu. 1993’ten başlayarak gövdesini DYP’nin oluşturduğu savaş hükümetleri, Kürt illerinde katliam, köy boşaltma vahşetini ortaya koyarken, batıda ise gözaltında kayıplar, yargısız infazlar, bin operasyon ve hapishanelere karşı katliam kartını öne sürüyordu. Dışarıda toplumsal muhalefetin önder kadroları  hapishanelere doldurulurken, işkencelerde ve mahkeme süreçlerinde teslim alınamayan devrimci ve mücadeleci irade katliamların hedefi oldu.

Devrimci karakterli ve görkemli ‘96 1 Mayıs’ının kararlılık ve kitleselliğinden ürken savaş hükümeti ANAYOL, ilk olarak hapishaneleri hedef aldı. MGK kararı ile alınan saldırı dalgasının ilk hedefi halk ve halkın devrimci düşüncelerinin mayasını tutan devrimci tutsaklardı.

Devrimciler perdeyi Buca Cezaevi direnişiyle açtı. Buca direnişinin ertesinde Ümraniye’de direnen devrimci tutsaklar, tabutluk genelgelerinin iptal edilmesi, Eskişehir, Kastamonu, İnebolu, Kırklareli, Kütahya, Sinop ve Sakarya tabutluklarının kapatılması, tutsak yakınlarına yönelik saldırıların durdurulması ve tutsakların tedavilerinin ve duruşmalara çıkmalarının önündeki engellerin kaldırılması talepleriyle direnişe geçtiler. 26 hapishanede eşzamanlı olarak 1500’ü aşkın politik tutsak tarafından başlatılan süresiz açlık grevi, ölüm orucu direnişine dönüşerek, devletin devrimcileri hapishanede teslim alma saldırısına karşı devrimcilerin kararlılık ve mücadele azminin bir sembolü haline geldi.

20 Mayıs 1996’da başladı direniş. Yaz aylarına denk gelen süresiz açlık grevi ve ölüm orucu mücadelesi boyunca, devrimci tutsakları en fazla zorlayan şey açlık değil sıcak havaydı. Hapishanelerde bu denli büyük çapta bir direniş hattının örülmesi, sokaklara da heyecan taşımış, emekçi mahallelerinden başlayarak alanlar ve okullar ölüm orucu direnişçilerinin taleplerine ses vermişlerdi.

69 gün boyunca direnen ve 69 gün sonunda şehit düşen 12 devrimci…

’96 Ölüm Oruçları’nı anlatacak bir kavram istenseydi akla ilk gelecek olan şey sanıyoruz ki ‘’siper yoldaşlığı’’ olurdu. Birbirlerinden farklı devrimci, sosyalist kimliklere sahip olan 12 insan, 12 hikaye, 12 yaşam… Kürt, Türk, işçi, gazeteci, öğrenci, öğretmen, kadın ve erkek yüzlerce devrimcinin 69 gün süren ölüm orucu direnişi, 3 Temmuz 1996’da dayanışmanın ve mücadele azminin zaferiyle sonuçlandı.

‘’En Önde Çarpışan Ben Olmalıyım’’

Hüseyin Demircioğlu… Bingöl’de yoksul bir Kürt ailesinin çocuğu olarak doğdu. ’96 Ölüm Orucu Direnişi ve zaferi 12 siper yoldaşının omuzlarında yükseldi. Her biri hünerini, emeğini ve ömürlerinin en güzel yıllarını mücadeleye adamış birer dava insanıydılar. Onlardan bizlere kalan her görüntüde, her fotoğrafta, her sözcükte altı çizilesi olan yegane vurgu da bir mücadelede dava insanı olabilmektir. Hüseyin Demircioğlu adıyla yan yana anılacak yegane özellik ise devrimci atılganlık ve feda ruhuydu. Mücadelede kazandığı deneyimini ve birikimini kriz anlarında gösterdiği inisiyatiflerle ortaya koyan, mücadele arkadaşlarına karşı her zaman sakin ve yapıcı olmayı görev edinmiş önder bir devrimciydi.

Demircioğlu karakteri büyük küçük demeden başladığı her işi bitiren, en zor şartlarda dahi devrimcilik üretmekte ısrar eden, mücadele kadar genç, mücadele kadar diri bir insanı işaret eder. Orada vücut bulan “yeni insan” gerektiğinde en sıradan gündelik devrimci işlere de adını yazdırırken, gerektiğinde hayatını söz konusu etmekten geri çekilmez.

Demircioğlu, mücadele azmini, çalışkanlığı, kararlılığı, yaratıcılığı, mücadelede sebat etmeyi ve en önde olmayı anlattı bizlere. Yapamayacağı hiçbir işi başkasından istemedi. Hep yoldaşlarıyla omuz omuza ve en önde tuttu iradesini Hüseyin…

“Bir adım ileri…”