Wednesday, September 12, 2012

Tiyatro


İnsanı insana insanla ve insanca anlatan bir sanatsa tiyatro, bunu anlamayan beyinlere bir şey anlatmaya çalışmak gereksiz belki. Popüler kültüre boğulmuş, hep daha fazla kazanmaya ve tüketmeye alıştırılmış bir dünyanın içinden kaliteli, farklı şeyler seçip çıkartmak, kolaya kaçmaktan hoşlanmayanlar için bir seçenekten çok, bir zorunluluk. Bilmiyorum kaçımız sanatın insan ruhunu besleyen, başka hiçbir yerde öğrenilemeyecek şeyleri içimize akıtan, kendimize, çevremize, hayata ve dünyaya karşı duruşumuzu değiştirme gücüne sahip bir alan olduğu bilincinde. Sinemayı, tiyatroyu, edebiyatı bir eğlence aracı olarak gören bir zihniyetin üstüne basıp geçtiği şey hayatın ta kendisi. Sanatın içini bu kadar boş gören kafa yapısı, sanatçısına değer vermeyen bir toplumun, bir ülkenin ne kadar gelişebileceği, ne kadar ileriye gidebileceği de ayrı bir tartışma konusu. Dünyanın çoğu yerinde olduğu gibi Türkiye’de de acı çeken bir alan tiyatro. Ancak tiyatrodan tiyatro sanatçısını atan, onu dışlayan, değersiz kılmaya çabalayan bir anlayışı anlamak imkansız.
 İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan gelen son haberler oldukça üzücü. Bazı dönemler haftada on üç oyuna çıkan; bazı günler on dört saati bulan provalara giren oyuncular anayasal haklarının ihlal edilmemesini, sigortalarının yatırılmasını ve ücretlerinin ödenmesini talep ediyor. Yöneticilerin vurdumduymaz ve ezici tavırlarının, üzerlerindeki maddi ve manevi baskıların kölelik düzenini andırdığını söylüyorlar. Farklı sahnelerdeki oyunlarına gitmek için gereken ücreti bile kendi ceplerinden karşılayan oyuncular durumlarını şöyle anlattı:

« Biz, şehir tiyatrolarında hizmet alımı sözleşmesiyle çalışan bir grup oyuncuyuz. Oyuncular sendikası üyesiyiz. Yıllardır bu kurum bize maaşlarımızı ara sıra gecikmeli ve eksik de olsa ödedi.  Yeni yönetmelikten sonra, belediyenin,  kültür daire başkanlığından şehir tiyatroları müdürlüğüne ve genel sanat yönetmenliğinden sahne direktörlüğüne kadar yaptığı değişikliklerle, tiyatronun içini boşaltmak aksiyonunun bir uzantısı olarak sezon kapanır kapanmaz bizi aç bırakması yaşadığımız en büyük sıkıntı oldu. Kurumda hizmet alımıyla çalışan 168 kişi var. Bunların içinde sahne terzisinden ışık teknisyenine, oyuncusundan dekor tasarımcısına farklı meslek gruplarından insanlar var. Yaşanılan sıkıntılar ortak: taşeron firmaya bağlı çalışan biriysen, bir hatta birkaç kademe alttasın. Seni ezebilirim mantığı işliyor. Sendika avukatının söylediğine göre sözleşmelerimiz hukuki olarak geçersizmiş.  Oyuncuları yıldırma politikası işletiliyor sanki. Yaz boyunca kimimize 300, kimimize 500TL maaş verildi. “Sezon boyunca çalıştığınız kadar para alacaksınız, istemeyen gider” diyorlar. Bu, belediye kademelerinden şehir tiyatroları müdürlüğüne dayatılıyor ya da taşeron firmaya daha çok kazandırılmak için yapılıyor. Bunu tam olarak bilemiyoruz. Biz onların kurmaya çalıştıkları bu çarkın altında ezilmek istemiyoruz. Tiyatroyu onlara teslim etmek de istemiyoruz. Ağabeylerimizin, ablalarımızın sanatın muhafazakârlaştırılmasına çıkardıkları seste biz de çığlığımızı attık. Tok açın halinden anlamaz derler. Şimdi kadrolu olup maaşlarını düzenli olarak alan sanatkar, memur ağabeyler, ablalar neredeler? Dert çok, bizim bir duruşumuz olmadığı sürece olacak da. Şimdi biz de biraz duralım dedik. Her şeye eyvallah demeyelim dedik. Belki azalarak yok olacağız kısa zamanda, belki de çoğalacağız, değiştireceğiz bazı şeyleri, bilemiyoruz. Durum budur. »
Belediye’nin görevlerinin sadece yol, kanalizasyon yaptırmak olduğunu sananlara onların şehrin sanat ve kültür alanlarında da sorumlulukları olduğunu hatırlatırım. Her şeye eyvallah demeyen, bir duruşu olan tiyatrocuların çoğalması ve onlara hak ettikleri değerin verilmesi dileğiyle…