Wednesday, June 13, 2012

Esmeray ile Cadının Bohçası Üzerine

 Esmeray ile Cadının Bohçası Üzerine

Söyleşiyi Yapan: Esra Aşan, Pınar Gümüş / Kasım 2007
  
"Kadına Yönelik Şiddete Son" dediğimiz 25 Kasım Haftası'nda Boğaziçi Üniversitesi'nde çeşitli kadın etkinlikleri düzenlendi. Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK) tarafından organize edilen etkinlerden biri de Esmeray'ın "Cadının Bohçası" adlı stand-up gösterisinin sahnelenmesiydi.  Feminist Kadın Çevresi'nden kadınlar olarak çeşitli kadın eylem ve etkinliklerinde birlikte çalışmalar yürüttüğümüz Esmeray'ın, bu gösterisinin organizasyona katkı sunduk.  Gösteri öncesinde Esmeray ile geçmiş tiyatro çalışmaları, Cadının Bohçası süreci, gösterinin hedefleri üzerine söyleşi yaptık.  

Tiyatroyla ilk olarak ne zaman ilgilenmeye başladın?

Çocukluktan beri tiyatroya ilgim vardı. Köyde insanlar tiyatro oyununun ne olduğunu bilmezken ben garip bir şekilde biliyordum. Tiyatroyla ilgili yazılar okuyor, televizyonda tiyatro ile ilgili programları takip ediyordum. Ama orada tiyatro kötü algılanıyordu. Bir keresinde bir düğünde, bir kız çocuğu göbek atarak oynamıştı. Babam aşırı derecede tepki göstermişti. “Burası tiyatro salonu mu!” demişti. Köyün içinde tiyatroya ilgi duyan biri olması garipti. Tiyatro oyunlarını hiç izlememiştim. Kimse götürmemişti beni ya da para bulamamıştım. Ama sanki bütün oyunları izlemiş gibi de bir doymuşluğum vardı. Sanki çok fazla oyun izlemişim, çok şey biliyorum gibi bir birikimim vardı.

İlk tiyatro deneyimim 96 yılında oldu. O yıllarda bizim sokak sanatçıları atölyemiz vardı. Atölye 95 yılında, Habitat döneminde kurulmuştu. Ben bu çalışmalara atölye kurulduktan sonra dahil oldum. Atölyede tiyatro yapmak üzerine konuşuyorduk. Akademi İstanbul’da öğrenci olan Elif “Ben size yardımcı olurum” dedi. “Birlikte oyunculuk üzerine çalışırız; tiyatronun hem teorisini hem de pratiğini birlikte yaparız.” Biz de başladık çalışmaya. Biz sokak çocuklarıyız; travestiler, lezbiyenler, eşcinseller de var aramızda. Bizde bir sokak kültürü var, “o zaman sokak tiyatrosu yapalım” dedik. Çok zordu sokak tiyatrosu yapmak; Elif’in de sokak tiyatrosu üzerine çok fazla deneyimi yoktu. Sokak tiyatrosu ile ilgilenen arkadaşları bazen çağırıyorduk. Oyunculuk üzerine bize yardım ediyorlar, danışmanlık yapıyorlardı. O dönem Ankara’da sokak tiyatrosu üzerine çalışan bir grup vardı. Onların da desteği olmuştu. Oyunculuktan daha çok, beden dili oluşturmakta zorlanıyorduk.

 İki tane oyun çıkarmıştık; o oyunlar çok güzeldi. Özellikle ikinci oyun harikaydı. Oyunculuk anlamında değil ama harikaydı. O dönem Karanfilköy’ü yıkmak istiyorlardı. Karanfilköy halkı yıkımlara karşı çok örgütlü. Her sene yıkımlarla ilgili etkinlikler düzenleniyor. 96 yazında bir etkinlik olacaktı. Biz etkinlikten önce Karanfilköy’e gittik. Orada insanların ne yaşadığını, sorunlarını sorduk. Giden arkadaşlar onların hikâyelerini dinledi, notlar aldı. Biz de bu çalışma üzerinden doğaçlama bir oyun çıkardık. Karanfilköy’e gittik ve birden karşılarında travestileri gördüler. Biz 5-6 travestiydik. Tepki gösteremiyorlar. Örgütlüler ve biz onlarla dayanışmaya gitmişiz ama, muhatap da olmak istemiyorlar. Kadınların yanına gidiyoruz; bizden kaçıyorlar. Sonra oyunu oynadık. Oyunda karanfiller üretiyor, ürettiğimiz karanfili seyirciye doğru atıyorduk. Bunu görünce orada bir çığlık koptu. Hoşlarına gitti. Bize önyargıyla bakan o kadınlar bu sefer bizi bırakmıyorlar. Bize akşama kadar yemek yedirdiler. Çok güzel bir ortam oluşmuştu. Sanatın ve üretimin gücüyle oradaki önyargılar birden kırıldı. “Aslında biz sizi çok seviyoruz” demeye başladılar. Sanki günah çıkarır gibi...

Atölyenin başka tiyatro çalışmaları oldu mu?

Atölye içinde Dario Fo, France Rame oyunlarından biri olan Tecavüz’ü de oynamıştık. Bunun iki versiyonu olmuştu: Birinde, ben önde olayı anlatırken arkadaki oyuncular doğaçlamalar yapıyorlardı.İkincisinde, ben tek başıma oynadım. Sahneye erkek olarak, yani erkek kıyafetleri ile çıkıyordum. Kafamda şapka vardı, yüzümü de hafifçe kapatıyordu. Tecavüz hikâyesini anlatıyordum. Anlatının belli yerlerinde üzerimdeki kıyafetlerin bir bölümünü çıkarıp atıyordum, en altta kadın giysileri ile kalıncaya kadar. En sonunda şapkayı çıkarıp saçımı dağıtıyordum. Ayakkabımın içinden çıkardığım ruju sürüp, uzun saçlarım, makyajım ve mini eteğimle, kadın görüntüsünde oyunu bitiriyordum.

 Bugünden baktığımda bu oyunun çıkış sürecini sorunlu buluyorum. Bu oyunu oynadığım dönemlerde kendimi feminist olarak tanımlamıyordum. Mesela oyun sürecinde erkeklerle çalışmıştım. Bugünkü bilincim olsaydı asla böyle bir oyunu erkeklerle çalışmazdım. Bu oyunu feminist olduğum için seçmemiştim. Oyundaki konunun kendi hayatıma yakınlığı bir nedendi. Ayrıca tek kişilik oyunu becerebilir miyim diye merak etmiştim.

Bu, fazla sahnelediğimiz bir çalışma olmadı. 97 yılının 8 Mart haftasında, Baro’nun Staj Eğitim Merkezi’nde bağımsız feminist kadınlar söyleşi, yemek gibi etkinlikler düzenlemişlerdi. Tecavüz oyununun sahnelenmesi de bu etkinliklerden biriydi.  Bu oyun sadece kadınlara açıktı. Genelde feminist kadınlar oyunu izlemeye gelmişlerdi. 300 kişilik kadın seyirciye bu oyunu sergilemiştim. O oyundan sonra bir daha böyle oyunlar oynamayacağım diye kendi kendime söz vermiştim.

  Bu kararı almanın nedeni neydi?

Oyun sonunda neredeyse bütün kadınlar ağlamıştı. Bu, beni çok kötü etkilemişti. Tecavüz oyununda bazı değişiklikler yapmış; kendi durumum, yaşadıklarımla paralellikler kurmuştum.
Oyun üzerine çalışırken tiyatrocu arkadaşlarıma birkaç yerde, sözlerde değişiklik yapmak istediğimi söylemiş, bunun etik olup olmayacağını sormuştum. Oyunda tecavüze maruz kalan bir kadındı; ben, tecavüze maruz kalanı bir transseksüel olarak yorumladım. Oyunda geçen “Kıpırda orospu!” gibi repliklerin yanına “Kıpırda ibne” gibi replikler ekledim. Oyundaki duruma benzer bir olay benim başımdan geçmişti. Oyunda aslında ben kendimi, kendi yaşadıklarımı anlatıyordum. Kendimi fazlasıyla kaptırmıştım. Seyirci de bunu anlamış olmalı ki oyun sonunda neredeyse herkes ağlıyordu. Sonrasında bu oyunu bir daha oynamadım. Oyunculuk anlamında da sorunlar vardı. Üzerinde çok fazla çalıştığımız bir oyun olsa da eksikleri çok fazlaydı.

Atölyemizin başına gelenler malum. Atölye çalışmaları 98 yılında sona erdi.