Kardeşim, ey Roman çocuğu. Sen kim olduğunu biliyor musun? Biliyor musun omuzlarındaki ağırlığı Romanlığın nereden gelir? Bilmiyorsan dinle kardeşim, dinle bu Roman çocuğunu.
Biz ki Balkan dağları gibi dik tutarız başımızı, gururumuz dik, ateşli ve büyüktür. Yine de gizleyemeyiz atalarımızdan bize miras kalan yoksulluğu. Gözlerimizde patlayan devasa güneşler bile yetmez 1000 yıllık hüznün ızdırabını anlatmaya. Bizim acılarımızı anlatacak sözcükler hiçbir dilde bulunmaz. Bizim acılarımız anlatılamaz! Acılarımızın tek şahidi hiçbir kitabın yazmadığı kayıp tarihidir Romanların...
Roman tarihi 1000 yıl öncesinin kadim Hindistan topraklarında başlar. Derken kana bulanır Hindistan. Savaş, istila.... Akıl almaz bir fırtına, bir dehşet dalgası koparır atalarımızı o uzak diyardan. Herşeyini ve hatta geçmişini kaybetmiş insanlar uzun bir yolculuğun sonunda Bizans namıyla anılan Doğu Roma'ya varırlar.
Hindistan'ın kayıp çocukları Bizans'ta kendileri gibi Çingene denilen başka insanlarla karşılaştılar. Onlarla aynı acıları aynı yoksulluğu paylaştılar, kaynaştılar, bir oldular. Böylece yeni bir kavim doğmuş oldu. Zamanla Bizans'ın hükmettiği Balkanların ve Batı Anadolu'nun her köşesine yayıldılar. Artık sadece kendilerinin bildiği ve sadece bu topraklarda konuşulan bir dilleri vardı. Dillerine Romanes kendilerine de Roman dediler.
İlk Romanların ne toprakları vardı, ne hayvan sürüleri. Ne de özgürce avlanabilecekleri uçsuz bucaksız ormanları. Sahip oldukları herşey ellerinden alınmış, çok uzaklarda kalmıştı. Tek sermayeleri elleriydi. Onlar da o ellerle demir işlediler, sepet ördüler, kalay yaptılar, çalgı çaldılar... Binbir hizmeti, binbir zanaatı, binbir güzelliği Balkanların ve Batı Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar taşıdılar. Maharetli elleriyle insanlığa sundukları güzelliklerin karşılığı ise bitmek bilmeyen bir çaresizlik oldu. Kimi yerde köle yaptılar atalarımızı. İnsan pazarlarında sattılar. Her şey satılıktı bu pazarlarda. Onur da satılıktı. Vicdan da satılıktı. Kimi yerde ise devrin yegane ulaşım aracı olan ata binmeleri yasaklandı, eşek sırtında yolculuğa mahkum edildiler. Güçlükle edinebildikleri topraklar güç sahipleri tarafından ellerinden alındı. Şehirlerin, kasabaların ve köylerin en ücra noktalarında yaşamaya zorlandılar. Şehirler, kasabalar ve köyler büyüyüp atalarımızın yaşadığı uzak mahalleleri içine aldığında ise daha da uzaklara sürgün edildiler. Gözden ırak olan gönülden de ırak oldu. Ne yersiz yurtsuzluk bitti ne de yoksulluğun kupkuru ızdırabı...
Kardeşim, ey Roman çocuğu! İşte kalbinin en ıssız köşesinde sızlayan o derin yara böylesine acı bir geçmişin ürünüdür. Her Roman çocuğu kalbinde o yarayla doğar. O yarayla büyür, her Roman çocuğu büyürken kalbindeki yara da onunla beraber büyür. Bu yaranın tek tedavisi bilmektir. Sen artık biliyorsun. Sakın unutma! Bilmeyenleri bildir, onların da yarasına merhem ol. Bilenler bilmeyenlerden çok olduğu gün Romanların acıları dinecek, Romanların kayıp tarihi dile gelecektir.