Friday, October 19, 2012

TAAMMÜDEN CİNÂYETE KARŞI


Erkekler tarafından öldürülme girişiminden sağ kurtulan kadınlar ile öldürülmüş olan kadınların tanıdıkları tarafından anlatılan hikâyeler incelendiğinde cinâyete giden sürecin oldukça uzun ve mücâdeleyle geçtiği ortaya çıkıyor.

Erkekler kadınları genellikle birdenbire, ânî bir kızgınlıkla öldürmüyorlar yânî... Dikkatle planlanarak işlenene 'taammüden' cinâyetler bunlar.
Öncesinde kadınların dayanma gücünün sınandığı uzun bir şiddet dönemi var. Kadınlar bu şiddete karşı çıkıp, kendi hayatlarının kurma cesâreti bulduklarında çok zorlu bir sürece adım atıyorlar. Evliliklerinde / birlikteliklerinde öyle bir şiddete mârûz kalıyorlar ki, bu şiddetin derecesi ayrılma kararınının getireceği her türlü zorluğu göze aldırabiliyor. Bu zorluklar içerisinde çocukları ve kendileri için geçim kavgsına girişmek, ayrılmak istemeyen kocalarının tâciz ve ölüm tehditlerinin yanında devede kulak kalıyor.
Bu şiddetin başlamasından ölüme kadar giden süreç, yasal otoritelerin uzaktan baktığı, ilgilenmediği, hattâ erkeklerin tarafını tuttuğuuzun ve zorlu bir dönemi içeriyor.

HAYRANLIK:
Kadınlar bu süreçte ölümle yüz yüze gelene kadar çok yalnız kalıyorlar; insan kadınların bu derece yalnız olup da nasıl bu kadar güçlü ve mücâdeleci olduklarına şaşıp kalıyor. Bu küçücük bedenli, zayıf kadınların ölüme giden yolda çocuklarının ellerini bırakmadan hayâta tutunmaya çalışmaları hayranlık uyandırıyor. Böyle güçlü olabileceklerini kendileri de bilmiyorlardı muhtemêlen.
Baba evlerinden çıkmaları gerektiği için evlendiler çoğu; evlenmek önlerine sunulan tek çâreydi. Hayatlarının hiçbir döneminde kendi ayakları üzerinde durabilecekleri öğretilmemişti onlara.
Yaşamlarının çizgisi daha doğdukları zaman çizilmişti. Kendilerinin bu kadar mücâdeleci ve dirençli olabileceklerini tahmin dahi edemezlerdi. Yakınlarındaki erkekler, babaları/ kardeşleri/ kocaları da dâhil, kimse bilemezdi bir gün onların kendi hayatlarının kontrolünü ellerine almak isteyeceklerini.
Zâten onlar da, bu derece şiddet ve baskı görmeselerdi, belki hiç bilmeyeceklerdi bunu.
Şiddetin derecesi çok önemli! Çoğu kadın ancak katlanabileceği azâb eşiği aşıldığında ölümü göze alabiliyor. Ölüm korkusu ile şiddetten uzak huzurlu bir yaşam umûdu birlikte el-ele gidiyorlar.

Herbirinin öyküsü birbirine benziyor.
Koca şiddetiyle başlayıp, kaçma- kovalamaca ile devâm'eden bir kısır döngü..

O şehirden bu şehire çocuklarıyla birlikte saklana saklana kaçmaya çabalayan kadınlar bir yandan da geçim derdiyle baş'etme derdindeler.

Koca bir yandan onu geri dönmeye iknâ etmeye çalışırken tehditlerinin bini bir paradır..

Kadın can güvenliğinin olmadığını belirten dilekçeler yazar savcılıklara, korunma talep eder. Savcılık ellerindeki dilekçeyi kaymakamlığa göndermesini buyurur, kaymakamlık da onu karakola yollar... Karakolda ona 'Bir şey olursa 155' e haber verin der sadece... ilâh...
Bebeler kimbilir nerelerde, ürkerek ana yolu gözlemektedirler... Ekmek de kazanılmayı bekler..
Kadının in-bin yol parası da yoktur, genelde yürür; arar bu yeni şehirde, eline tutuşturulan yeni adresi...

Şiddete uğrayan, ölümle burun buruna tehdît altında yaşam savaşı veren kadınlar hep böyle savsaklanır; oradan oraya gönderilirler...

Bu işler aylar sürer, ana ve bebeleri aylarca cehennem azâbı yaşarlar; kocaları nasılsa bir şekilde onları bulur, yollarını keser, 'görüşelim, konuşalım diye iknâya çalışr, kadın bazen tongaya düşse de yine kaçar..

ÖLÜM ÇOĞU ZAMAN BIÇAKLA GELİR

Ölüm bile çarçabuk olmaz, kadının acıyı hissetmesini, kendi ölümünü saniye saniye izlemesini sağlayacak kadar uzun sürer.. Onlar kendi ölümlerini, bebelerinin bir hayırsız dünyaya savruluverdiğini yavaş çekim izlerler..

SON KARE:
Biz o son kareyi görünceye kadar geçen süre aslında aylar, belki yıllar alır. Kadınlar çoğunlukla bu süreci yalnız başlarına yaşarlar; nasıl bir kararlılık ve cesâretse bu, hayâta tutunmaya direnirler, bunu bebeleri için yaparlar..

Bütün bu zorlu süreç içerisinde kendilerinin asla yapamayacaklarını düşündükleri şeyleri öğrenirler ve başarırlar.

Bu ülkenin Kadınlarına daha doğdukları andan itibâren belletilen 'öğrenilmiş çâresizliği' aşabileceklerini kavrarlar.

Aslında onların her birisinin hikâyesi bir isyân, ve özgürlük mücâdelesidir. Şiddete boyun eğip, bu uzun soluklu-bâzen de ümitsiz- mücâdeleyi göze alamayan kadınlara bir derstir koşuları...


Şöyle derler, ölümden dönüp de yaşama tutunmayı başarabildiklerinde:
''İnsan yazgısını kendi değiştirebiliyormuş, bunu öğrendim.''

(Ben de, /H.E. / bu başaranlardan biriyim.
Çocuklarımın kaçırılmış, kendimin de 'evlatlarımı öldürmüş olduğum iddiâsıyla' nezâretlerde gecelemiş bir ana olarak. psikoloğumun bana tavsiyesi şuydu:
''Korkularının başına gelebilirliğine aklım yatıı; yine de hayatı korkulardan ötürü onunla hergün ölerek mi, yoksa bir varsayıma istinâden bir kere ölerek mi yaşamak istediğine sen karar verebilirsin!''
Yazan: Asuman Abacıoğlu

**
Kültürlerarası Klinik Psikolog Leyla Welkin, bir yandan istismara uğramış kadınlarla çalışırken, bir yandan da kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve istismarın tümden ortadan kaldırılması için yürütülen çalışmalara katkıda bulunuyor. Welkin’in “Dost: Cinsel İstismar Yaşamış Kadınlar İçin; Kendinize Nasıl Dost Olabilirsiniz? İstismarı Atlatan Bir Kadına Nasıl Dost Olabilirsiniz?” isimli kitabı, sadece cinsel istismar konusu ile profesyonel olarak çalışan kişiler için değil cinsel istismarı anlamak isteyen herkes için bir el kitabı niteliğinde. Cinsel istismar, istismarın çok yönlü etkileri, istismar atlatmış kadınlar ve iyileşmeleri için gerekli olan destek mekanizmalarını değerlendiren kitap, Welkin’in otuz yıllık çalışma hayatında birlikte çalıştığı ve istismara uğramış kadınların deneyimlerine ve iyileşme süreçlerine dayanıyor. Leyla Welkin’le hem hazırladığı kitap, hem de cinsel istismarın çeşitli yönleri üzerine konuştuk.

Kitabında, hedeflerinden birinin, cinsel istismarla ilgili sessizliği kırmak olduğunu belirtiyorsun ve bu sessizliğin kırılmasında herkese düşen görevler olduğunu vurguluyorsun. Kitabın çıkış noktalarından birinin bu olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. 30 yıl önce, çok ünlü bir futbol takımının başındaki ve yine çok ünlü bir adamın, cinsel istismar suçu nedeniyle işinden atılacağı düşünülemezdi. Şimdi bunun olabildiğini görüyoruz. Ve cinsel şiddetle ilgili rakamlarda bir düşüşten söz edilebilen her durumda, bunun olabilmesinin en azından bir parçası istismarı konuşuyor olmak.
Ben farklı illerde, farklı kesimlere eğitimler veriyorum. Bu bize uzak bir mesele, diye düşünülüyor. Ama hayır, çok yakın. Ve bu yakınlıktan, bu kadar yakın bir konudan neden konuşmayalım? Konuşursak azaltabiliriz. Konuşalım!

Bir kişinin cinsel istismar yaşandığında tekrar iyileşemeyeceği yönünde bir algımız var. Onu hep mağdur olarak görme ve öyle yaklaşma eğilimi yaygın. Sen ise bunun doğru olmadığını, gerçek ve tam bir iyileşmenin mümkün olduğunu söylüyorsun...
Evet, bu konu bizim en hassas noktamız sayılabilir. Travmanın en temel etkisi korkudur. Yaşadığımız olaylardan ve o olayla bağlantılı herhangi bir şeyden korkuyoruz. Ondan uzak durmak istiyoruz, onunla ilgili düşünmek istemiyoruz. Ve bu çok doğal, çok beklenilecek bir şey. Travmanın etkisinden dolayı ilk önce doğru bir şey yapıyoruz. İlk önce, kısa vadede uzaklaşmak tabii ki çok doğru, ama uzun vadede yanlış oluyor.
Örneğin size zarar veren biri varsa bir mahallede, oradan geçmek istemezsiniz. Ama bütün hayat çabanız o mahalleye gitmemeye bağlanıyorsa, o zaman problemli. Biz, bu doğal isteği biraz daha doğru bir yere yönlendirmeliyiz. Bu nasıl olabilir? Sadece destekle. Destek bulamazsam, tabii ki o köşeye gitmemeliyim, çünkü gerçekten tehlikeli. Başkaları da geçiyor o mahalleden. Ben de başka birini yanımda götürerek geçebilirim. Neden o köşeden sürekli ve ömür boyu uzak durmalıyım? Sadece yalnız kalırsam; tek sebep o.
Amerika’da ve başka ülkelerde işin bu yönü henüz maalesef tam anlaşılmış değil. Birçok self-help var, ve tedavi de var. İnsan tabii ki tedaviyle doğru yardıma yaklaşabilir. Ama o tedavi ve destek bizim hayatımızın en içteki yerlerinde durmuyor. Çoğunlukla bu tedavi özel bir büroda oluyor. Ya da bizim self-help dediğimiz, “kendime bir kitap alıp gizli saklı bir köşede okuyacağım, başka kimseyle konuşmayacağım” şeklinde oluyor ki bu da yanlış. Ben yine o köşeden uzak duruyorum…
İşte doğru bir iyileşme süreci geçirildiğinde, doğru bir destek alındığında iyileşmek, travmayı atlatıp tekrardan sağlığa kavuşmak mümkündür.

Bazen istismar atlatan bir kişiye destek olalım derken zarar da verebiliyoruz. Mesela istismara maruz kalmış bir kişiye yardım etmek adına, onun adına karar verebiliyoruz. Bir kişiye destek olmak istiyorsak dikkat edeceğimiz temel noktalar neler?
En başta saygı göstermeli ve ona inanmalıyız. Onun fikri, kendi kararı her zaman iyileşme için en iyisi. Belki yanlıştır, ama onun fikridir. Bizim istediğimizi kararları vermese de, biz onun çabasına, isteklerine, seçeneklerine saygı göstermeli, önem ve destek vermeliyiz. Önem vermezsek bu ona saygı göstermiyoruz anlamına gelir ki istismarın temeli de budur zaten ve güçlendirmeye aykırıdır. Bunu bazen bu alanda çalışan kurumlarda çalışanlar da yapabiliyor. Doğru olduğunu düşündüğümüz şeyleri yapmalarını istiyoruz, yapmadıklarında ise kızıyoruz, hatta desteğimizi kesiyoruz.
Sınırlarımızı iyi bilmeliyiz. Yanlış bir müdahale, yanlış bir yardım, yanlış bir destek, insanları zayıflatabilir ve koruma adına insanlara zarar vermek maalesef çok sık oluyor. Hepimiz bunu öğrenebiliriz, bu çok önemli bir nokta.

EĞİTİM YETMEZ

Kadına yönelik şiddet deyince çözüm önerilerinden biri mutlaka, “eğitim” oluyor. Eğitim bu sorunu çözer mi, sen nasıl değerlendiriyorsun?
Eğitimi önemsiyorum ve en büyük destekçilerinden birisiyim. Ama tabii ki doğru eğitim gerekiyor; gerçeklerle bağlantılı, bilimsel bir eğitim ve hem de duygusal taraftan gelen şeyler. Fazla ideolojik eğitim de o kadar faydalı olmayabilir. Ama sadece eğitim yetmez. Eğitim sadece bir bilgi gelişmesi ise bilgi yetmiyor. Evet bilgi almalıyız, ama duygusal ve ilişkisel becerileri de öğrenmeliyiz. Hepimiz bence geniş bir bakış açısından, başka kültürlerin özelliklerine bakıp kendi kör noktalarımızı fark edip birçok şey öğrenebiliriz. Onun için eğitim, ama eğitimin içeriği çok önemli.

İZİN VERME, YER VERME!

İstismarın en fazla zarar verdiği şeylerden birinin ilişkiler ve güven duygusu olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla iyileşmede destek ve güven iyileşmede çok önemli. Destek mekanizmalarını Türkiye açısından nasıl görüyorsun?
Yasalarımız var; belki mükemmel değil, ama kötü de değil. Ama en temel sorun, toplumsal duyarsızlık. Bu hala, başka birisinin sorunu, küçük, önemsiz değersiz insanların sorunu diye görülüyor. Çok üzücü bir şey görüyoruz sığınmaevlerinde ve bazı farklı sosyal hizmet kuruluşlarında. Bize kim geliyor? “Zavallılar, yoksullukla uğraşanlar, madde bağımlılığı, fuhuşla uğraşanlar, bunlara fazla yakın kişiler..” Yani yargılıyız, çok yargılıyız. İnsan zor bir durumda olunca, daha zor şeylerle karşılaşır. Bazen hepimiz, eminim hepimiz yanlış tercihler yaparız. Bu yargılar her yerde var, Türkiye’ye ait bir şey değil. Ama Türkiye’de henüz yapısal olarak bir sistem oluşturulamadığı için bu ön yargılar daha bir güç kazanıyor. Doğru bir sosyal yardım alt yapısı oluşturabilirsek, o zaman bu önyargılar en düşük noktaya gelecek ve etkisi azalacak. Bence Türkiye için bir sistem oluşturmak çok gerekli.

Sen başka ükelerin deneyimlerini de biliyorsun. En acil ihtiyaç nedir sence?
Herkes mağdurlara iyilik yapmak istiyor. Bu yanlış değil, ama failleri de mesul tutmayacaksak bu iş devam edecek ve mağdurlar bitmeyecek. Onun için en acil şey failin mesul tutulması. Bu bir taraftan mahkemeler kanalıyla olmalı, diğer taraftan doğru bir denetimli serbestlik sistemiyle. Çünkü biz herkesi sonsuz olarak hapishanelere atmayacağız. Denetimli serbestlik, doğru mahkeme kararları ve ailelere doğru bir destek. Bu sadece erkeklerin işi değildir. Kadınlar, çocuklar, birçok kişi şiddetli davranabilir ve biz bütün bu sisteme bakmalıyız.
Mesuliyet derken izin vermemek, yer vermemek, bahane vermemekten bahsediyoruz. Yani bir beklentimiz olmalı. Bir baba, bir abi, sorumlu bir kişi doğru davranmalı, gücünü doğru bir şekilde kullanmalı. Öyle davranmayacaksa bizim işimiz bitmez. Bu çok temel ve çok basit, ama bir yandan da çok zor.
Amerika’da meşhur Pensilvanya üniversitesi ve onların gözde futbol takımında yaşananlardan bahsettik. Takımın teknik direktörünün, takıma gelen erkeklere üniverstenin içinde senelerce tacizde bulunduğu ortaya çıktı. Görevli birisi onu görmüş ve birkaç kere haber vermiş, koça. Adam bir şey yapmamış. Üniversite, bunları bildiği ve hiçbir şey yapmadığı için takımın koçunu, o çok ünlü ve herkesin sevdiği insanı işten attı. Başkan ise bildiği için ceza aldı. Adam çok yaşlı, birkaç hafta sonra kalp krizinden öldü. Onun ölmesini istemeyiz elbette. Herkes hapishaneye gitmemeli, ama bazıları işini kaybetmeli, bazıları sorumluluğunu doğru şekilde taşımalı.

(KIRKYAMA)