Tommaso Campanella, düşüncelerini yirmi yedi yıllık hapis
hayatıyla ödemiş bir düşünce kahramanıdır. Onun yaşadığı dönem, Avrupa katolik
dünyasının parçalanmaya başladığı, modern dünyayı hazırlayan politik, ekonomik
ve kültürel olayların oluştuğu günlere rastlar. Daha XIV. ve XV. yüzyıllarda,
katolik Kilisesinin katı dogmalarına, büyük ve haksız zenginliğine, derebeylik
düzeninin kötülüklerine karşı, çeşitli tarikatların önderliğinde, yer yer baş
gösteren ayaklanmalar Avrupa'yı baştan başa saran bir nitelik kazanmıştı. Bir
yandan Kilisenin, bir yandan da kral kuvvetlerinin bastırıp ortadan kaldırdığı
bu tarikat ayaklanmaları, başka başka yerlerde, başka adlarla yeniden
örgütlenip harekete geçiyordu. İşte, Bohemya'da uzun süre etkin olan Picard'lar
ya da Adamist'ler! İşte, İtalya, Fransa ve Almanya'da «insanın bu dünyada mutlu
olmasını» isteyen Beggard'lar! İşte, İngiltere'deki Wyclif'çiler, orta
Avrupa'daki Hus'cular! Bütün bu tarikatlar, dinsel yenilikler yanında, daha
haklı bir toplumsal düzen kurma çabası içindeydiler. Hus'cuların bir kolu olan
Taborit'ler, dinsel törenlerin bir çoğunu atmakla kalmıyor, din reformunu mal
ortaklığına dayanan toplumsal bir devrimle tamamlamak istiyorlardı. İşte, Campanella
bu toplumcu görüşten, bu devrimci ilkelerden yola çıkar ve «Ben doğacak yeni
sabahların çan sesiyim» der. Ne yazık ki, ufukta beliren bu yeni sabahı
göremiyecektir. Ama, onun adı felsefe ve sosyal doktrinler tarihinde, bir
müjdeci olarak, yaşamış ve yaşayacaktır. Campanella, İtalya'da Calabria
bölgesinde Stilo kasabasında dünyaya geliyor. Daha küçük yaştan, üstün zekâsı
ve okumaya olan aşırı tutkunluğuyla dikkati çekiyor. On üç yaşında çeşitli
konular üstüne şiirler yazıyor, uzun uzun söylevler veriyor. On beş yaşında Cosenza dominiken
manastırına giriyor ve orada Aquino'lu ermiş Augustinus'un «Şomma
Theologica»sını defalarca okuyor. Çok geçmeden manastırda okumadığı eser
kalmıyor. Bilgiye olan susuzluğunu bir şiirinde şöyle dile getiriyor: «Dünyanın
bütün kitapları doyuramaz kafamın açlığını. Neler neler okumadım! Ama yine de
kafamın açlığından ölüyorum... Anlayışım arttıkça, bilgim eksiliyor...» Dinsel
konulardan az zamanda bıkan Campanella, felsefeye veriyor kendini. Büyük
İtalyan filozofu Telesio'da aradığı önderi buluyor. Doğruyu kitaplardan çok,
tabiatın gözleminde arayan Telesio, Aristoteles'in bütün bir çağı etkileyen
felsefesine karşı tabiat felsefesini savunuyordu. Bu amaçla da Academia
Telesiana adıyla bir felsefe derneği kurmuştu. Telesio'nun temel düşüncesi
şuydu: Bilim soyut kavramlardan değil, gerçek varlıklardan yola çıkmalıdır;
deney, bilimin başvurması gereken temel kuraldır. Campanella yirmi iki yaşında
ilk eserini yazıyor. Bu, Telesio'yu düşmanlarına karşı savunmak ve Aristoteles
felsefesini çürütmek amacıyla kaleme aldığı Philosophia sensibus
demostratat'tır. Eser cizvitlerin saldırısına uğruyor. Sapkınlık ve büyücülükle
suçlanan Campanella, Papa'nın emriyle Cosenza'dan ayrılıp Stilo'ya dönmek
zorunda kalıyor. Stilo manastırında boş vakitlerini okumak, bilgisini
arttırmakla değerlendiren Campanella, çok geçmeden «bu dar ve karanlık
hapis-evinden» kaçıyor. On yıl, İtalya'yı baştan başa dolaşıyor. Venedik'te
Galile'yle, daha bir çok tarihçi ve filozofla tanışıyor. Uğradığı yerlerde, alışılmış
düşüncelerle, kör inançlarla savaşıyor. İtalya'nın hemen bütün büyük kentlerini
gördükten sonra, savaşkan ve kararlı, Stilo'ya dönüyor. Campanella'nın hayat
dramı burada başlıyor. 1600'lerde bütün güney İtalya, İspanya'nın bir sömürgesi
haline gelmişti. Özellikle Calabria
bölgesi, din adamlarının elinde daha da yoksullaşmıştı. Bir yandan enkizisyon
vahşeti, bir yandan yoksulluk, toplumsal isteklere yol açmaktaydı. Kültür
merkezleri olan kitaplıklar ve akademiler kapatılmıştı. Serbest düşünce manastırlarda
barınabiliyordu ancak. Yurdunu İspanyol boyunduruğundan kurtarmayı düşünen
Campanella bir ayaklanma tertiplemeye başlıyor. Pietro Giannone «Napoli Tarihi»
adlı eserinde bu ayaklanma için şunları söylüyor: «Campanella yeni düşünceleri,
özgürlük ve cumhuriyet tasarılarıyla az kalsın Calabria'nın altını üstüne getirecekti.
Krallıkları yeni bir düzene sokmaya, toplumları yönetecek anayasalar koymaya
kadar ileri götürmüştü işi.» Anlaşılan, Campanella, sonradan hapiste yazacağı
Güneş Ülkesi'nin toplum düzenini daha o zamandan tasarlamış, politik
ayaklanmayı, daha önceki sapkın tarikatların yaptığı gibi, toplumsal bir
reformla tamamlamaya kalkmıştı. Papa Paulus V, Urbanus VII, Bacon ve Richelieu
gibi astrolojinin özel etkilerine inanan Campanella, yıldızlardaki birtakım
belirtilere bakıp, dünya yüzünde, özellikle Napoli
krallığında ve Calabria'da devrimler olacağını söylüyordu. Dinsel ve toplumsal
alanda gerekli saydığı yenilik düşüncelerini birçok manastır rahiplerine
benimsetmişti. Giannone'ye bakılırsa, üç yüzü aşkın rahip bu ayaklanmaya
katılıyor. Bir çok vaiz halkın arasına girip «Özgürlüğe kavuşmak, parayla insan
kanı akıtan, yoksulları ezen kral adamlarının işkencelerine son vermek için
birleşmeye» çağırıyorlar onu. Napoli'li birçok soylularla birlikte bir hayli
piskopos da bu ayaklanmayı destekliyor. Bu ara, bir Türk donanmasının yardımı
da sağlanıyor. Ama, ayaklanma önceden haber alınarak önleniyor ve bir Türk
gemisine kaçmak üzere anlaştığı bir kayıkçıyı bekleyen Campanella bir kulübede
yakalanarak Napoli'ye götürülüyor. Atıldığı hapisevinde korkunç işkencelere
uğruyor. «Atheimus triumphatus» adlı eserinin önsözünde Campanella çektiği
işkenceleri şöyle anlatıyor:«Elli hapisevine girdim çıktım. Yedi kez, tüyler
ürpertici işkencelere uğradım. Son işkence kırk saat sürdü. Bedenimi iplerle
sıkı sıkı sarıp kan
revan içinde bıraktılar. Ellerimi arkaya bağlayıp, sivri bir kazığın üstüne
sallandırdılar beni. Kırk saat sonra beni öldü sandılar, işkenceyi durdurdular.
İşkencecilerimden bazıları, daha da canımı yakmak için, asılı bulunduğum ipi
habire oynatıyor, boyuna küfür savuruyorlardı. Bazıları da, «Yaman adam,
doğrusu» demekten kendilerini alamıyorlardı. Hiç bir şeyle sarsamadılar, alt
edemediler beni, bir tek söz bile alamadılar ağzımdan.1 Tam altı ay süren bir
hastalıktan, bir mucizeyle kurtulduktan sonra, bir çukura attılar beni. On beş
ay kaldım orada. Sonra yargıç önüne çıkarıldım. Önce bana: «Öğrenmediğin şeyi
nasıl bilebilirsin? Şeytan mı var senin emrinde?» diye sordular. Ben de:
«Bildiklerimi öğrenmek için, sizin içtiğiniz şarapların on misli kandil yağı
harcadım» diye karşılık verdim. Üç Düzmeci adlı kitabı yazmakla suçladılar
beni. Oysa, ben daha dünyaya gelmeden basılmıştı bu kitap. Beni Demokritos'un
düşüncelerini benimsemekle, kiliseye karşı düşmanca duygular beslemekle, din
kurallarının dışına çıkmakla suçladılar. Güneş'te, Ay'da ve yıldızlarda
devrimleri haber veren belirtileri ileri sürüp ayaklanmalar hazırlamakla,
dünyayı sonsuz ve bozulmaz gösteren Aristoteles'e karşı çıkmakla suçladılar beni.
Bütün bunlardan ötürü, beni tıpkı Jeramiah gibi, havasız, ışıksız bir çukura
tıkadılar.» Campanella'nın hapislik hayatı yirmi yedi yıl sürüyor. Böylesine
uzun bir işkence hayatına Campanella gibi ruh ve kafaca sağlam, inançlarında
sarsılmaz bir insan dayanabilirdi ancak. Nitekim işkencecilerine karşı başı hep
havada kalıyor, onlardan ne bağışlanmasını istiyor, ne de yardım bekliyor.
İstediği tek şey, kitap, kâğıt ve kalem; yani, kafasını beslemek ve kafasının
ürünlerini dışarıya saçmak. Campanella'nın hapis hayatı 1626'da sona eriyor.
İspanya kralı Philip III'ün ölümünden sonra (1621), papa Urbanus VIII ‘in beş
yıl süren çabasıyla serbest bırakılıp Roma'ya gidiyor. Çok geçmeden, pusuda
bekleyen düşmanlarının saldırısına uğruyor ve Fransız elçisinin yardımıyla
Fransa'ya kaçıyor. Kardinal Richelieu ve Louis XIII.'den yakınlık ve yardım
gören Campanella ömrünün geri kalan kısmını Paris'te dominiken manastırında
sessiz ve rahat, geçiriyor. 1639'da, yetmiş bir yaşında ölüyor.
Campanella,hemen hepsi Lâtince olan sayısız eserler yazmıştır. Felsefe
tarihinde Campanella'nın adı, Aristoteles felsefesinin düşmanı ve deneysel
yöntemin öncüsü olarak anılmaktadır. Bacon'dan önce, fizik alanında, gözlem
olmadan, varsayımlar deneylemeyle kontrol edilmeden sağlam hiç bir bilgiye
varılamaz, diyen o olmuştur (G. Fonsgrive), Calabria'lı filozof, her şeyden önce,
felsefeyle tanrıbilimi birbirinden ayırmak gerektiğini ileri sürüyor. Ona göre,
felsefe duygu ve akıl yoluyla varılan tabiat bilgisidir, İncil'se imanla
tabiat-üstü dünyasını tanımayı amaç edinmiştir. Tabiatı öğrenmek, günlük
yaşayışımızda ondan faydalanmak anlamına geldiği halde, tanrıbilim sadece ruhun
kurtuluşuyla ilgilenmektedir. Onun için, felsefe, tabiatın sırlarına yönelmiş
bir araştırma olarak, Kutsal kitapların baskısından kendini kurtarmalıdır.
Çünkü, bu kitapların böylesi bilgiyle hiç bir ilişkisi yoktur. Ayrıca felsefe,
kendini insandan (örneğin, Aristoteles'ten) gelen her türlü otoriteden de
kurtarmalıdır. (Bruna Widmar) Felsefe eserlerinin değeri ne denli büyük olursa
olsun, Carnpanella'dan bugüne kalan, adını ölümsüzleştiren şey, hiç şüphe yok
ki, Güneş Ülkesi'nde dile getirdiği toplumsal bir düzen düşüncesidir. İlk defa
Utrecht'de 1643'de basılmış olan Güneş Ülkesi, (Civitas Solis), Platon'un
Devlet'i ve Thomas More'un Utopia'sıyla aynı düşünce çizgisi üzerinde,
insanoğlunu mutlu bir yaşayışa kavuşturma yolundaki isteklerin en temiziyle
yazılmış eserlerin başında gelir. Güneş Ülkesi, Campanella'nın, günün birinde
gerçekleşeceğini düşündüğü filozofça bir devlet tasarısıdır. Campanella bütün
kötülüklerin ve haksızlıkların kaynağı, insanın kendinden başkasını
düşünmemesinde, dünya malının benim senin diye bölüşülmesinde buluyor. Ona
göre, insanlar, genel yarar kaygusundan uzak oldukları sürece, kendi dar çevrelerinde,
kendilerinden başkasını düşünmezler. Oysa, toplum halinde birleşen insanların
amacı genel yarar olmalıdır. Özel çıkarları kaldıralım, toplum yararından başka
bir şey kalmaz ortada. Bencil davranışlar, eninde sonunda, toplum güçlerinin
çatışmasına yol açar. Oysa bu güçlerin genel yarara yönelmesi, güçler arasında
tutarlı bir denge yaratır. Onun için, Güneş Ülkesi'nde her şey devletin, genel
yararın buyruğu altındadır. Ama, denilecektir ki, özel mal mülk olmazsa,
insanları nasıl çalıştırırız? Campanella buna, insanlarda dayanışma bilinci,
topluma yararlı olma isteği yaratarak, diye cevap verecektir. Tarih bize
Romalıların, yoksulluklarına rağmen, yurtları uğruna seve seve savaşa
atıldıklarını göstermiyor mu? İlk Hıristiyanlar zamanında, kazançtan, mal mülk
düşüncesinden uzak, dünyadan elini eteğini çekmiş, topluluk uğrunda kendi
çıkarlarını, sevgilerini, hattâ canlarını bile hiçe sayan rahipler aynı
özgecilik örneği vermiyorlar mıydı bize? Bugünkü toplumda bile, kardeşçe
çalışma, çıkarsız yarışma örnekleri görmüyor muyuz? Şimdilik devede kulak olan
bu örnekler niçin bir gün genelleşmesin? Ayrıca şu da var: Güneş Ülkesi'nde
çalışma bir angarya olmaktan çıkmış, bir zevk halini almıştır. Aylaklık ayıp,
yüz kızartıcı bir şeydir orada. Campanella filozofça devlet tasarısında, mal
mülk ortaklığı yanında, kadın ortaklığını da ele alıyor. Kendinden önce, Platon
da devlet içinde anlaşma, kaynaşma yaratır diye, kadın ve çocukların ortak
olmasını savunmuştu. Ne var ki, Platon, bu ortaklığı yalnız yöneticiler için öngörüyordu.
Campanella ise, bu ortaklığı bütün toplum için istiyor. Şunu unutmamak gerekir
ki, kurmacı Platon'dan önce, kadın ortaklığı Heredotus'un da belirttiği gibi
bazı İskit kabilelerinde varmış. Bu kabilelerde kadınlar ata biner, avlarda,
savaşlarda erkeklere eşlik ederlermiş. Yunan tarihçisine bakılırsa bu
ortaklığın amacı, kan
bağıyla herkesi birbirine sıkı sıkıya bağlamak, kıskançlıkların, kinlerin önünü
almakmış. Öte yandan, Lykurgos Yasaları evlilik için birtakım yaş sınırları
koymakta ve güçsüz düşen yaşlı erkeklere, aile yuvalarını bozmamak için,
karılarını zaman zaman, evlenmeden çoluk çocuk sahibi olmak isteyen bekâr
erkeklere sunma hakkı tanımaktadır. Görülüyor ki, Campanella, soyun üremesine
ve çocuk eğitimine verdiği önem dolayısıyla kadın ortaklığını benimserken,
Platon'un düşüncelerinden faydalandığı kadar, antik çağ uluslarının
yasalarından da esinlenmiştir. Campanella, yeni bir altın çağın doğacağına ve
bunun da Güneş Ülkesi gibi bir devlet düzeniyle gerçekleşeceğine inanıyordu.
Aşağıda «Altın Çağ» adlı şiiri bunun sağlam bir kanıtıdır.
ALTIN ÇAĞ
Mutlu bir
altın çağ olduysa eskiden
Niçin bir kez daha olmasın?
Her şey dönüp dolaşıp
Gelmiyor mu eski yerine?
Düşündüğüm, öğütlediğim gibi benim
Paylaşsaydı
insanlar Yararları, mutluluğu ve ahlâkı
Cennet olurdu dünya...
Uyanık, temiz
sevgiler gelirdi diyorum
Azgın, kör sevgiler yerine
Yalan dolan, bilgisizlik
yerine
Gerçek bilgi gelirdi
Ve kardeşlik zorbalığın yerine.
Campanella'nın çağdaşı Rossi adında bir yazar şöyle yazıyor: Campanella'ya otuz
beş saat boyunca yaptıkları işkence öylesine vahşiceydi ki «kıçının bütün kan damarları kopmuş,
açılan yaralardan durmadan kanlar boşanıyordu. Bununla beraber, dişlerini sıkıp
işkenceye öylesine dayandı ki, ağzından, bir filozofa yakışmayacak tek kelime
bile alamadılar.»