ZEYNEP KURAY
Suruç’ta 33 genci katleden bombacı Şeyh Abdurrahman Alagöz'ün kitle içindeki son görüntüsünü yakalayan yönetmen Garip Çelik’in “Amara Suruç” belgeselinin ilk gösterimi İstanbul’da yapılıyor. 5 Ekim 2015 Pazartesi günü Kadıköy Theatron salonunda yapılacak ilk gösterim öncesi, katliamdan kıl payı kurtulan yönetmen Garip Çelik ile konuştuk. Katliam sonrası yaşadığı panik ve travmaya rağmen kamera kaydına devam eden ve daha sonra çektiği görüntüleri tararken bombacıya rastlayan Çelik, “Celladımla günlerce karşı karşıya kaldım” dedi.
AMAÇLARI GÜNEŞ BATMADAN DEVRİME ULAŞMAKTI
-Siz de Kobanê‘ye giden gençler arasındaydınız…
Evet ben Kobanê’ye belgesel yapmak fikriyle gittim. Hem Kobanê’deki yeniden inşa sürecini hem de gençlerin bu inşaya yapacağı katkıları çekecektim. Hiçbirini tanımıyordum. Yolculuk sayesinde onlarla tanışma fırsatı buldum. Hepsi birbirinden değerliydi. Gençtiler, romantiktiler, heyecan doluydular. Kobanê Rojava’nın bir kantonu ve Rojava’nın Türkçe anlamı güneş batımıdır. Onların amacı güneş batmadan devrime ulaşmaktı ve o güneşin bütün Ortadoğu’ya yayılmasına bir katkı sunmaktı. Beraber 15 saat yol aldık ve her saat kah güldük, kah şarkı söyledik, durduğumuz yerlerde halaylar çektik.
-Kobanê’ye giriş konusunda herhangi bir endişe taşıyor muydunuz ?
Her şeyi göze almıştık, ancak gerçeği söylemem gerekirse bana izinli bir giriş yapılacağı söyledi. O nedenle 4 yaşındaki oğlumu ve eşimi de götürmeyi düşündüm. Ancak Suruç’a varıldığında ve kaymakamlığa verilmek üzere kimliklerin hazırlandığını gördüğümde aslında izin alınmadığını öğrendim.
-Yolda otobüsleriniz de polis tarafından durdurulup arandı.
Evet, bizim otobüsümüz durdurulup aranmasa da, diğer tüm otobüsler durduruldu . Didik didik arandı. Hatta iki genç de gözaltına alındı.
YARIM SAAT ÖNCE KONUŞTUĞUM GENÇLER PARAMPARÇA ÖNÜMDEYDİ
-Amara Kültür Derneği'ne vardığınızda neler yaşandı?
Suruç’a giden otobüslerde toplam 300 kişi vardı. İlk varan bizim otobüsümüzdü. Amara Kültür Derneği’ne varır varmaz, kimimiz kültür merkezine girip uyurken, kimimiz bizim için hazırlanan kahvaltıya oturdu. Ben hem fotoğraf çekiyordum, hem de olan biteni izliyordum. Mesela katliamda hayatını kaybeden Polen üç-dört defa yanıma gelip, mahcup bir şekilde sigarasını yakmak için benden ateş istemişti. Elleri titriyordu, belli ki çok heyecanlıydı ve coşkuluydu. Gençler birbirleriyle şakalaşıyor, gülüyorlardı. O esnada bir arkadaş gelerek kaymakamlığa yasal başvuru yapılması için kimliklerimizi topladı. Bir genç, muhtemelen hepimizin Kobanê’ye geçemeyeceğini, geçebilirsek 50’şer kişilik gruplar halinde olabileceğini ve böyle bir durumda Kobanê’de savaşan gençlerin ailelerine öncelik tanınacağı konusunda bilgilendirme yaptı. Daha sonra basın açıklaması kararı alındı ve hepimiz kültür merkezinin önünde toplandık. Etkin Haber Ajansı , Fransız bir gazeteci ve benim dışımda basın yoktu. Hemen kameramı alıp çekmeye başladım. Tam basın açıklaması bittiğinde ve sloganlar atılıp, alkışlar başladığında kamerayı kapattım. Aradan 15 saniye ha geçti ha geçmedi, büyük bir patlama oldu. Daha henüz ne olduğunu kavrayamamıştım. Başımın üzerinden gövdeler uçtu. Mehmet Lütfü Özdemir bana “Bomba patladı, kaç, ikinci bir bomba olabilir” diye bağırıyordu. Kulaklarım çınlıyordu. Herkes kaçışıyordu. O an hiçbir şey düşünmeden kayıt düğmesine bastım. Bir taraftan feryat ediyor, bir taraftan çekim yapıyordum. Manzara çok korkunçtu. Kameramdan kan damlıyordu. Yarım saat önce oturduğum, beraber kahvaltı yaptığım, güldüğüm gençler önümde paramparça yatıyordu.
POLİS SANKİ YER YARILMIŞ İÇİNE GİRMİŞ
-Polis var mıydı?
Çok ilginç bir şekilde, her basın açıklamasında yüzlercesi gelip etrafı tutan sivil polisler ve çevik kuvvet ekipleri o gün yoktu. Ne Amara Kültür Merkezi’ne gelişimizde, ne de basın açıklaması yapılırken onlara hiç rastlamadık. Sanki yer yarılmış içine girmişlerdi. Aslında bu durum benim dikkatimi çekmişti ama üzerinde durmamıştım. Ancak patlama olduktan yarım saat sonra geldiler, gelir gelmez de halka gaz attılar. Bütün bunlar olurken bir komiser yanıma geldi. Bana, “Yanlış anlamayın ama bizim için değil sizin için bana çektiğiniz görüntüleri verebilir misiniz” dedi. O zaman sabahtan beri nerede olduklarını sordum ve patlamayı önlemediklerini vurguladım.
BU VAHŞETLE TOPLUMUN YÜZLEŞMESİNİ İSTEDİM
-Bu vahşet sizde nasıl bir etki bıraktı ?
Kendime hala gelmiş değilim. Çok büyük bir travma yaşadım. Köyü yakılan, boşaltılan ve devlet baskısını yaşamış bir halkın çocuğu olarak, bu olay sonrası ilk defa psikoloğa gittim. 20 gün sol elim uyuşuk gezdim, en ufak bir gürültüde irkiliyordum, gece uyuyamıyordum, uyuduğum zaman da fırlayarak kalkıyordum. Katledilen gençlerin yüzü hep aklımda, o görüntülerden hiç kurtulamadım. Ama psikoloğun ifade ettiği gibi, bununla yüzleşmekten başka bir çıkışım yoktu.
-Yüzleşme dediniz. Amara Suruç belgeseli fikri böyle mi doğdu?
Bu sadece benim açımdan değil, toplumun da bu vahşetle yüzleşmesini istedim. Bu benim tarihi sorumluluğumdu. 33 fidan bir anda yok edildi. O tertemiz yürekli insanların anısına ve tabi tutuldukları vahşeti gözler önüne sermek için yaptım bu 33 dakikalık belgeseli. Amacım kişisel bir yarayı kapatmak değil, oluşamamış toplumsal refleksi harekete geçirmekti.
20 YAŞINDA BİR GENÇ NASIL CANAVARA DÖNÜŞÜR ?
-Kitle içindeki bombacının son görüntüleri sizin belgeseliniz sayesinde ortaya çıktı. Bombacının o olduğunun nasıl farkına vardınız?
Katliam sonrası, görüntülerle birlikte İstanbul’a döndüm. İlk etapta uzun bir süre bu görüntülere bakamadım. Ama içimde bir ses, bu vahşeti bize yaşatan şahsın da bu görüntülerde olabileceğini söylüyordu. Katliamdan 20 gün geçtikten sonra, görüntü yönetmenliği yapan Ferhat Sayım isimli gençle tanıştım. Bana çok yardımı oldu. Bu belgeselde çok emeği var. Onunla oturduk, günlerce görüntüleri taradık, kitlenin içinde yer alan arkadaşları teker teker tespit ettik ve basında çıkan Şeyh Abdullah Alagöz isimli bombacının mobese görüntülerinden faydalanarak, onu kitlenin içinde tespit ettik. Kitle içinde ortaya ilerlemeye çalışan Alagöz bunu başaramayınca, başını öne eğiyor ve 16 saniye sonra üzerindeki bombayı patlatıyor.
-Bombacıyı fark ettiğinizde neler hissettiniz ?
Bu görüntüyü defalarca izledim. Onun yüz ifadesinden yola çıkarak hangi psikolojiyle, hangi kafayla bu vahşeti gerçekleştirmiş olabileceğini defalarca düşündüm. Günlerce celladımla karşı karşıya kaldım. O kadar soğukkanlıydı ki, gerçekten düşman kavramının ne olduğunu o an fark ettim. 20 yaşında bir genç nasıl olur da böyle canavara dönüşür? Hala aklım almıyor.
AMAÇ DAYANIŞMA KÖPRÜSÜNÜ YIKMAKTI !
-Suruç katliamı çatışmasızlık sürecini de bitirdi. Bunun tesadüf olduğunu düşünüyor musunuz ?
Tabii ki hayır. Bu, sistem tarafından önceden hazırlanmış, kurgulanmış bir katliamdı. Hem Kobanê ile Türkiye’nin batısı arasında oluşan dayanışma köprüsünü yıkmak, hem gözdağı vermek, hem de çözüm sürecinde savaşa zemin hazırlamak amaçlanmıştı. Bu katliamın hemen ardından aklıma ilk gelen bu saldırının profesyonelce organize edildiğiydi.
-Katliamın alelacele unutturulması ve soruşturmanın gizlilik kararı ile kapatılması bu yönde mi okunmalı ?
Biz bu ülkede daha birkaç yıl önce Roboski, Reyhanlı gibi katliamlar yaşadık. Ne oldu? Failler kabak gibi ortada olmasına rağmen, hepsinin üstü örtüldü. En acısı ise yas bile tutmamıza izin verilmeden başka bir katliamla sarsıldık. Yani kısacası bir katliam başka bir katliamla örtüldü.
33 CANIMIZA SÖZÜMÜZ OLSUN !
-Halkın Suruç katliamına karşı yeterince tepki verdiğini düşünüyor musunuz ?
Roboski katliamı sonrası yılbaşı kutlamaları yapılan bir ülkede hangi tepkiden söz ediyorsunuz? Sistemin art arda yaşattığı katliam ve ölümler karşısında insanların duyguları köreldi ve bu tür infial yaratacak durumlar karşısında, insanlar duyarsızlaştı. Üzülerek söylüyorum, bir nevi katliamlara, ölümlere alıştılar. Örneğin Paris’in ortasında DAİŞ tarafından Charlie Hebdo’ya yönelik bir saldırı düzenlendi, çoğu 68 kuşağından yazarlar, çizerler katledildi. Bütün dünya ayağa kalktı. Ancak Türkiye’de Taksim’e yürümemize bile izin verilmedi.
-Amara Suruç belgeselinin gösterimi Pazartesi yapılacak. Son olarak ne demek istersiniz ?
İlk gösterim 5 Ekim 2015 Pazartesi günü Kadıköy Theatron salonunda yapılacak. Bu katliamın sorumluları ortaya çıkana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz ve ne kadar da unutturulmaya çalışılsa da unutturmayacağız. Bu, orada yitirdiğimiz 33 cana sözümüzdür.