Tuesday, May 14, 2013

Reşit



Sevişmenin bir nevi ibadete dönüştüğü, insanın dünyanın özünü, hayatın titreşimini yakaladığı ve kendinden bağımsız bir insanla bir olduğunu hissettiği zamanlar, çoğu zaman günlük konuşmalardan çok daha fazla muhabbet içerir
Reşit

Haber: KARİN KARAKAŞLI
15-16 denilen yaşların en zorlu yanıdır reşit olamamak. Artık sığışılacak bir çocukluk yok, hormonlar teyakkuzda. Sivilce, utangaçlık ve cüret karışımı bir bombasın. Herkese de patlayabilirsin çünkü anlayan yok. Sakız gibi uzayan gecelerde sanki başka bir gezegende gibisin, hani şu Küçük Prens’in kainatında. Bir başına. Ayağının altında kraterler ve içinde tarifsiz bir keder. Sözlerin kayıp. O yüzden içinde hapsolan coşkular, öfke nöbeti olarak en sevdiklerine patlıyor. Oysa sen asıl demek istediklerini, esas ulaşmak istediklerine bir türlü söyleyememiş oluyorsun.
Bu ergen cehenneminde bir vahadır 18 yaş. Reşit olacaksın ya, yasa önünde insandan sayılacağını sanırsın. Şu yetişkinlerin hayatına adım attığın gibi geride kalacaktır yaşama ıstırabı. Oysa elbet en büyük yanılsamalardan biridir bu; büyüdüğünde hiçbir şeye ‘yetişmiş’ olmazsın, tersine bir de eğer dikkat etmezsen o ergen coşkunu, çocuk sevincini yitirirsin. Durgun bir su gibi kalakalırsın.

Devlet Baba işbaşında

Önce birkaç görece yenilikle oyalanırsın belki 18’inde. Ne de olsa oy kullanabiliyor, ayrı eve çıkabiliyor, ehliyet alabiliyor, istediğinle evlenebiliyorsun hesapta. Ha tercih edecek seçenek, geçinecek para, kullanacak araba, süregiden ilişki yokmuş, o ayrı mesele! Ama o da ne? Meğer Devlet Baba sahneye çıkınca, o koca koca yetişkinlerin hepsi rüştünü ispatlayamamış küçük birer çocuk muamelesi görebiliyormuş. Vatandaştan daha bebesi yokmuş!
Malumunuz, sigara paketlerinin üzerinde bir zamanlar tek cümlelik “Sigara sağlığa zararlıdır” ibaresi yer alırdı. Tütün kullananlar bunun zararını bilirler ve sorumluluğunu alırlardı. Sonra sigara paketlerinin tamamını kaplayan garip resim ve uyarılar belirdi. Hani neredeyse hangi uyarıyı canınız çekiyorsa, ona uygun paketi satın alma şansınız var. Ben yatakta birbirilerine hafif yan dönmüş olarak mutsuz ifadeyle oturan ve “Sigara kısırlığa neden olur” ibareli olanıyla çok eğleniyorum mesela. Ve bu slogan ile resmin nasıl olup da ‘muzır’ bulunmadığını anlayamıyorum. Oysa kült edebiyat kitaplarına porno ürünü, çevirmen ve yayıncılarına da sapık muamelesi yapılan bir dönemden geçiyoruz.
Reşit olamayan vatandaşını sigaradan korumaya kararlı erkin, en müthiş icraatlarından biri de filmlerde oyuncuların ağızlarına yerleştirilen balon ve çiçekler. Sinema sanatına hakaret, sizin izleyici haklarınıza tecavüz falan, tali ayrıntılar bu bağlamda. Maksat, siz maymun gibi gördüğünüzü taklit etmeyin ve o sigarayı içmeyin. Benzeri tedbirler buzlanan içki şişeleri ve tıpkı sigara paketleri gibi özgün uyarılarla donatılması beklenen yeni şişe ambalajları için de geçerli.

Sevişmek güzeldir!

Ha bir de şu kadın ile erkeğin sevişmesi meselesi var. Sevişmenin bir nevi ibadete dönüştüğü, insanın dünyanın özünü, hayatın titreşimini yakaladığı ve kendinden bağımsız bir insanla bir olduğunu hissettiği zamanlar, çoğu zaman günlük konuşmalardan çok daha fazla muhabbet içerir. Orda ruhlar çözülür, hakikat dile gelir. Ama işte sadece beden, sadece uzuv görenler için o et parçalarının da elbet buzlanması gerekir. Sonuçta elimizde kopuk birkaç parça görüntü kalır, ki bu kopukluk bize dayatılan hayatın da özeti gibidir.
Cısss yasaklar, zapturapt uygulamaları kervanına hosteslere getirilen (ve geçen perşembe kaldırıldığı açıklanan) ‘kırmızı ruj’ yasağı da eklendi. Elbette kurumsal kimlik olarak THY ’nin kendi şirket kurallarını belirleme hakkı var ancak düzenleme için yapılan “kırmızı ruj ve ojenin görsel bütünlüğü bozduğu” açıklaması da haliyle bir miktar havada kalıyordu.

Kırmızı kadına yakışır

Üzerine bir de Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın konuya ilişkin “Kırmızı güzel bir renk. Ay yıldızlı bayrağımızın rengi” şeklindeki beyanı eklenince, durum daha da vahim bir hal alıyor. Kırmızı elbette çok güzel bir renk. Ama akla ilk gelen imge neden bayraktır acaba?
Kırmızı denince ben kadını görürüm. Şu Flamenko yapan, dansı boyunca kendiyle başlayan kendiyle sonlanan kadını. II. Dünya Savaşı döneminin soluk yüzlü, endişeli ama vakur kadınlarını sonra... Kendini kötü, hasta, çirkin hisseden kadın çareyi renkte bulur. Şöyle canlı tonlarda bir şal atar üzerine, azıcık rimel ve inadına koyu bir ruj sürer. Rujun, kıyafetin ve benzerinin basit mi asil mi algılanacağı ise tamamen beden dilinin hadisesidir.
Hayatın içinde her şey var. Hata yapmanın öğreticiliği ise bin tane didaktik uyarıya bedel. O hatayı sen işlemişsin bir kere, için acımış. Dersini çıkarmış, içindeki aciz ve güçlü yanlarla, tutkuların ve zaaflarınla karşılamışsın. Bundan öte ders, bundan kıymetli müfredat var mı?
Onca garip düzgünleştirme harekatının içinde inat diye İngiliz alternatif müzisyenlerinden PJ Harvey’e sığındım bu yüzden. 1995 tarihli ‘Down by the Water’ şarkısının klibinde, genç kadını kıpkırmızı saten bir elbise ve yine kıpkırmızı rujla boyalı koca dudaklarıyla şarkısını söylerken izleriz. Uzun tırnakları da kırmızı ojelidir ve ayağında lame topuklu ayakkabılar vardır. PJ Harvey, kâh döner platformda ritmin ta kendisi halinde dans eder, kâh kendisini sulara bırakır. Ne de olsa şarkı da kızını nehirde boğan ve bir daha hiç göremeyecek bir anne hakkındadır! Ve belki o kadın kendi içindeki kızı öldürmüştür aslında. Nakaratlarda da küçük ve büyük balıklardan kızını geri ister. Tam şok tedavi! Mis gibi bir cadılık hikâyesi.

Davet hepimize

Kadının cadı yanını yok etmeye kalkmamalı. Pagan dönemden miras büyük bir servettir o. Dahası tıpkı kadının içindeki eril yan gibi, erkeğin içindeki dişi olarak da belirleyicidir. Pek lazımdır hepimize. Reşit olanlarımızı kendini akışa bırakmaya, iç güdülerine güvenmeye davet eder. Coşmaya, dans etmeye, zevk almaya, hayatı teninde, ruhunda hissetmeye. Şarkı söylemeye, aynı anda ağlamaya ve gülmeye. Ve bilir misiniz, bu ‘isteri’ daveti hepimize. Reşit değil birey olabilelim diye.