Metin Kaçan
Çocukluğumdan beri, ne zaman şiddetli bir
rüzgâr esse, kalbim deli gibi çarpar, bir köşede gözlerimi kapatır geçmesini
beklerim.
Çok uzun zaman
önce olmalı… Çıplak ayaklarımla yürüdüğüm karanlık yolda, daha önce hiç
bilmediğim bir yere gidiyordum. Derin bir nefesle denizin, yağmurun, etrafta
uçuşan kumaşların, sanırım rüzgârın getirdiği her şeyin kokusunu ayrı ayrı
aldım. Etrafta kendimi görebileceğim hiçbir şey yoktu. Bu yüzden uzun süre
varlığımdan emin olamadan yürüdüm. Ara sıra ellerime ve çıplak ayaklarıma
takıldı gözlerim. Yol boyunca ezdiğim taşların gürültüsünden başka tek bir ses
duymadım.
Bu yürüyüş ne kadar sürdü hatırlayamıyorum ama
nefes nefeseydim. Dar bir koridordan geçiyordum. Artık bir şeylere yaklaştığımı
biliyordum. Karanlıkta saçları altın gibi parlayan bir kadın bana yaklaşmaya
başladı. Korktuğumu anımsıyorum. Duraksadım. Yavaş hareketlerle nazikçe
ellerimi tuttu. Ona güvenebileceğimi hissettim, birlikte yürüyorduk artık. Bir
ara bana dönüp “İnanıyor musun?” diye sordu. “Kaybolduğumu, neye inanmam
gerektiğini artık bilmediğimi,” söyledim. Gülümsedi. “Tanrılar,” dedi “Eğer inanmazsak ölürler.
Ölüm kötü bir şey…”.
Neden bilmiyorum, onları tanıdığını düşündüm.
Bazen efsaneler zaman içinde o kadar geniş topluluklara ulaşırlar, o kadar uzak
coğrafyalara sürüklenirler ki sonunda dağılıp kaybolurlar. Bir daha asla tam
anlamıyla bir araya gelemezler. Benim, inanmak istediklerimin başına gelenler
gibi tıpkı. Efsanelerim öyle uzaklara gitmiş, o kadar çok unutulmuştu ki
sonunda ben bile onlara inancımı kaybetmiştim. Belki haklıdır diye düşündüm.
Artık inanmadığım, artık inanmadıkları için yok oldu efsanelerim.
Belki de tanrılar gibi öldüler. Ve sanırım
bize sadece unutmayı öğretiyorlar uzunca zamandır. Evet evet, bu olmalı beni
düşündüren şey. Saatlerdir nerede yürüdüğümü, nereye gittiğimi bile bilmememin
nedeni bu. Niçin yağmur altında, bu sütunlu uzun yollarda yürüdüğümü
hatırlamamı istemiyorlar. Hatırlamalıyım…
Tüm bu düşünceler zihnimi terk ederken, “İşte
geldik,” dedi. “Alkyone seni bekliyor,”. Merdivenlerden tek başıma çıkmaya
başladım. Korkunç, tarifsiz rüzgârlar esmeye başladı. Neredeyse ayakta zor
duruyordum, zirveye doğru dizlerimin üzerinde taşlara tutunarak çıktım. Orada
beyaz bir elbise içindeydi. Benim aksime o rüzgârla dans ediyordu. İnanılmazdı.
Etrafra rüzgâr sesinden başka ses yoktu ama Alkyone havada savrulurken harika
melodiler duyduğuma yemin edebilirim. “Kimsin?” diyebildim sadece.
“Ben Rüzgâr Tanrıçasıyım” dedi. Birden anladım
neden orda olduğumu. En çok korktuğum şeylerden biri rüzgârdır.
Çocukluğumdan beri, ne zaman şiddetli bir
rüzgâr esse, kalbim deli gibi çarpar, bir köşede gözlerimi kapatır geçmesini
beklerim. Hatırladım. Ama neden bana bu korkumu hatırlatmak istemişti.
“Hatırlamanı istedim çünkü benden tekrar korkmalıydın. Eğer korkmazsan ben sonsuza kadar yok olurum,
bana inanmazsan rüzgârlarım beni öyle uzaklara savurur ki bir daha yolumu
bulamam.” Dedi ve kayboldu… Açıkçası onun için üzülmüştüm. O unutulup ölmekten
korkuyordu, bense hatırlayıp korkmaktan…
Merdivenlerden indiğimde tek başımaydım yine.
Kılavuzum beni korkumun sahibesinin yanına, rüzgârların tam ortasına getirip
bırakmıştı. Ne tuhaf, korkumun bana ihtiyacı olduğunu öğrendim. Kendini bana
yine hatırlattı. Fırtınalarda kaçacak delik arıyorum eskiden olduğu gibi. Ama
bu defa farklı. Bu yolculuk bana bir şey öğretti. “Contraria contraiis
curantur! – Zıtlar zıtlara iyi gelir.”
Metin Kaçan
İzdiham
*Ölümünden evvel en son yazdığı yazı
*Ölümünden evvel en son yazdığı yazı