2003 de
kaybettiğimiz Beyoğlu’nun simgesi, Çiçek Pasajı’nın en güzel ‘çiçeği’ Madam
Anahit’in sessiz vedasından kalan, kırık bir akordeon sesi şimdi...
Balıkpazarı,
Çiçek Pasajı ve Nevizade Sokağı, Beyoğlu’nun parlak kırmızı rujlu akordeoncu
kadını Madam Anahit’in ölümüne çok ağladı. Yalnız canı istediğinde söyleyen,
canı istemediğinde yüklü para önerenlere bile eyvallah etmeyen kocaman
gözlüklü,kırmızı dudaklı kadın kimdi?..
Çiçek Pasajı’nın
“en ünlü” ve “en aşık” müzisyeniydi Madam Anahit. Bu yüzden de 40 yıl boyunca
her gece Çiçek Pasajı’ndaki misafirlerine “Yıldızların Altında”yı söyledi. Son
yıllarında ise Nevizade’yi mekan edinmişti. Ta ki 29 Ağustos’ta siroz ve kalp
yetmezliği akordeonunu elinden alana dek.
Yazlarını
Heybeliada’da geçiren soylu ve varlıklı bir ailenin kızı olan Madam
Anahit,gençliğinde Büyükada’da Yorgo adında akordeon çalan bir gence aşık
olmuş. Annesine yalvarmış ve bir akordeon aldırmış ve yine aşık olduğu bir
adamın peşinden gelmiş Beyoğlu’na. Ölünceye kadar da çalmıııış,çalmış.
Şimdi dilerseniz
sizler için derlediğim yazılardan Aret Vartanyan’ınkini sunuyorum;
Bir Beyoğlu
Rapsodisi: Madam Anahit
Bir Rum gencine,
Yorgo’ya aşık olduktan sonra akordeon çalmaya başlayan Anahit,42 yıl boyunca
Çiçek Pasajı’ndaki misafirlerine “Yıldızların Altında” söyledi.
Çiçek Pasajı’nı
mesken edinen İstanbul Beyefendileri’nin misafiri oldu. Ta ki, İstanbul
çehresini değiştirene kadar. Kendine “Cebi Delik” ünlü diyecek kadar mütevazi,
son günlerindeki zor koşulların içinde makyajını yapıp, hanımefendiliğinden
hiçbirşey kaybetmeyecek kadar güçlüydü. Çiçek Pasajı’nın masalarını tutanlar
değiştikçe Anahit, Çiçek Pasajının yaşlı akordeoncusu muamelesini görmeye
başladı. Kalabalığın arasına sıkışmış beyefendiler ise masalarında Anahit’i
ağırlamak için gider olmuşlardı Çiçek Pasajı’na. Çiçek Pasajı’nda İstanbul’u
yaşatan son çiçek olmuştu.
Şanlıyım biliyor
musun? Şanslıyım çünkü “Yıldızların Altında’yı hem çocukluğumda hem gençliğimde
Anahit Kuyrig (abla)’in sesinden dinledim. İlk tanıştığımda yanımda hovarda
dedemleydik. Sokağın başından dedemi tanımış, masamıza gelmiş, dedemin onu
görür görmez doldurduğu kadehini tokuşturmuştu. O gün, şen şakraklığını aralara
kata kata sohbet ederken, aşık olduğu Rum gencinin ismini fısıldadı
masaya…Fısıldadı ve gözleri dolu dolu daha bir sarılarak dokundu akordeonuna…
Sanki bir sır belledim o anı. Adı geçen, anılan dost sohbetlerinde bile
kimselere söylemedim. Söylemeyeceğim de… O gün masada çiçekli bluzu, siyah
eteği, gelen, elinde bir iki bilezik, kulaklarında küpeleriyle karşımda oturan
Anahit ile bizim sırrımız. Kim bilir kaç kişi biliyordur ya bunu.. Ne önemi var
ki? Çocukluğumdan bir derin anı… Ve o gece tuvalete giderken, ayağına
bastığımda gülümseyip, başımı okşayan, güzel olan her şeye aşık olan kadındı…
Yirmili
yaşlarımda Çiçek Pasajı’na giderken ise karşımda başka bir Anahit Kuyrig vardı.
Yan masalarda sofra adabını bile birkaç sima araayıp bulamazken, muhabbet
yerine gürültü içinde içerken Anahit, bir son umuda dönüşmüştü benim için… Ama
o farklıydı artık. Gözleri bir hüzünlü bakar olmuştu. Yıllarca o sokakları
izleyen gözler buğulu bakıyor, bıkkınlık, umutsuzluk yüzündeki derin çiziklere
yansıyordu. Gülümseyişinde hala çocukluğumda tanık olduğum kadın yaşıyordu, bir
anda da sönüp çok uzaklara gidiyordu. Son gününe kadar eksik etmediği ruju,
makyajı ve gözlükleriyle… Çuvalla para verseler bile hoşlaşmadığında çalmayan
kadın,ikinci eşinin ölümünden sonra geçinebilmek için düğünlerde bile üç beş
kuruşa çalar olmuştu. İçki alemindeki tek kavgamdı, Çiçek Pasajı’nda Anahit ile
dalga geçenlerin masasına koşmam… Bilmiyorlardı bu kadının nasıl soylu bir
aileden geldiğini, bir zamanlar boğazda yalıları olduğunu…
Onu tanıyanlar
azaldı…Sokaktaki çalgıcılarla, hatta dilencilerle karıştırılır, aynı muameleyi
görür oldu. Binalar değişiyordu, kıyafetler değişiyordu, insanlar cep
telefonlarından konuşuyordu, ama Beyoğlu ölüyordu. Anahit’in yaşamına tanıklık eden insanlar gibi,
sokaklar da, binalar da yitiyordu. Mide kanserine yakalanan Anahit, hasta
olduğu dönem de bile kaçtı gitti Çiçek Pasajı’na. Akordeonun nağmelerini
armağan etti, her geçen gün uzaklaştığı yabancılara…
Çiçek Pasajı’nın
kapı komşusu Üç Horan Kilisesi’nde sessilik hakimdi, dostlar ya gelmemişler ya
da çoktan onun yeni yaşamında karşılamaya gitmişlerdi. Dostların nicesi çoktan
göçüp gitmişti… Kilisenin sessizliğine rağmen akordeonundan dökülenler
kulaklarını dolduruyordu üç beş kalanın…
Anahit Kuyrig,
ne zaman gitsem Çiçek Pasajı’na, bırak pasajı Balıkpazarına, aklımda gelmediğin
bir gün olmuyor. Son günlerinde “Burada ölüp gideceksin, yaşlandın” diye
kovaladılar seni… Nafile…Öyle bir yerleşmiş ki makyajın, rujun, hanımefendi
duruşun; öyle bir sinmiş ki parmaklarından dökülen notalar silinmiyorsun,
kaybolmuyorsun. Varsın tanımasın seni yeni alemciler, varsın kadehler
tokuşurken gözükme gözlerine sen ordasın…
Hem sadece ben
hatırlamıyorum ki seni… Nice aşıklar sen Yıldızların Altında’yı söylerken
sarılmadılar mı birbirlerine… Derdini dinlemedin mi yüzlerce müdavimin… Sen her
birinin Beyoğlu hikayesinde yaşıyorsun… Bak o hınzır dediğin gülüşümle
söylüyorum ki merak etme, seni anmadan anlatamazlar Pera’yı…
Sadece Çiçek
Pasajı değil, Beyoğlu dolup taşıyor her bir sokağında… Masalarda yer kalmıyor,
kadehler boş durmuyor. Muhabbet, muhabbet olmasa da muhabbete benziyor. Ben de
arasına karışıyorum sokakların… Bir iki tek atıyorum. Biliyor musun artık Çiçek
Pasajı’ndan çok doluyor Asmalı… Nevizade ise bildiğin Nevizade…Son günlerinde
Çiçek Pasajı’ndan çok geldiğin Nevizade’de müdavimler masalaranı kaptırmıyor…
Efe’ler, efeliklerini sürdürüyor
Birazdan
çıkacağım… Senin gibi rakımı dolduracağım, senin gibi tadını çıkartarak
içeceğim… Bugün canımı sıkan bri sürü şeye, senin duruşunla gülümseyeceğim.
Yeni arkadaşlarını kıskanıyorum. Kimbilir onlara neler çalıyorsundur. Aramızda
da hiç susmamalısın. Pera’yı Pera yapan daha yüzlerce değerin yaşamak zorunda…
Aşıklar için, yazarlar için, besteciler için, İstanbul’u yaşayanlar
için…Kulaklarımda Kazancidis’İn İparho’su… Tüylerim diken diken oluyor, siyah
beyaz videosuyla dinleyince…Kızma…Yapamadım… Gözlerim dolmadan masamdan
kalkamadım. Huzur içinde uyu ve gülümse….
Şimdi de bir
röportajda oğlu Onnik Varan’ı dinleyelim, o öyküyü, herkesin merak ettiği
kadını, Madam Anahit’i:
Seveni çoktu ama
Üç Horan Ermeni Kilisesi’ndeki cenaze töreni tam anlamıyla “ıssızdı”. Neden?
Evet. Hayranları
çoktu. Ama annem azınlık içinde azınlıktı sanki. Kendi cemaati onu yalnız
bıraktı. Cenaze için saat vermediler. Biz de duyuramadık. Onun da etkisi oldu.
Oysa çok seveni vardı. Zaten Nevizade’ye küs öldü. “Sen yaşlandın artık. Burada
ölüp başımıza kalacaksın” deyip kovuyorlardı son zamanlarda. O da gitmek
istemiyordu.
Tanınmış ve
varlıklı bir ailenin kızıymış Madam Anahit. Ama gördüğümüz kadarıyla yoksul bir
hayat sürmüş...
Annemin ağabeyi
çok saygın bir din adamıymış. Soylu ve varlıklı bir aileden geliyoruz. Ama
satıp satıp yemişler. Yazları Heybeliada’da geçirirlermiş. Boğaz’da yalıları
varmış. Para tutmayan bir insandı. Bütün
parasını tüm sanatçılar gibi elbiselerine, boyalarına harcar, dostlarına
dağıtırdı. Patrik Mutafyan’ın (Türkiye Ermenileri Cemaati Lideri) annesine
özenirdi. “Benim oğlum da böyle olsaydı. Beni
bir köşeye oturtsaydı. Mutafyan gibi” derdi. Ben de üzülürdüm öyle söyleyince.
Annemi daha iyi yaşatmak isterdim.
Yakınır mıydı
parasızlıktan?
Kendisine “cebi
delik şöhret” derdi. Çok iş teklifini geri çevirirdi. Müşteri seçerdi. Hoşuna
gitmedi mi, iyi para verseler de çalmazdı. Paraya düşkün değildi. Kaset çıkarma
hayalleri yoktu ama tanınmak hoşuna giderdi. Herkes de tanırdı onu. Hollanda
televizyonunda hayat hikayesini yayınlamışlardı. Aşkın Nur Yengi’nin ve Grup
Gündoğarken’in kliplerinde ve pek çok filmde oynadı. Bu yaşında hâlâ kötü
muamele gösterenler, rahatsız edenler oluyordu. Yine de bırakamadı müziği.
Nasıl başlamış
akordeon çalmaya?
Annem Büyükada’da
Yorgo adında akordeon çalan bir gence aşık olmuş. Annesine yalvarmış ve bir
akordeon aldırmış. Ölünceye kadar da çaldı.
Tam dört kere
evlenmiş. Çok mu aşık olurdu Madam Anahit?
Çok aşık olurdu.
Güzel olan her şeye aşık olurdu. Sanatçı olduğu için duygusal biriydi. Platonik
aşklar yaşardı. En son Çocuklar Duymasın’daki Tamer Karadağlı’ya aşıktı. Çekici
buluyordu onu. Fizik olarak beğendiğini söylerdi. Tanışmak istiyordu. Selami’yi
oynayan sanatçıyla tanıştı, ama Tamer Karadağlı’yla tanışamadı. 78 yaşında hâlâ
aşktan vazgeçmemişti. Son güne kadar da makyajını eksik etmedi. Dört evlilik
yaptı. İlk evliliğinden bir oğlu var. Ben ikinci evliliğindenim. Hep kızı olsun
istemiş. Küçükken beni kızlar gibi giydirirmiş. Sonunda iki kız torun sahibi
oldu. İstedi ama ailede müziğe ilgi duyan başka biri çıkmadı.... Oya İslimyeli