Today’s Zaman’da
yazdıkları Washington Post’ta yayımlanınca Türkiye’deki bazı siteler tarafından
‘utanç yazısı’ olarak nitelenen gazeteci Neel, İstanbul sokaklarında
yaşadıklarını anlatıyor
Hazal Özvarış
“Makul bir
şekilde ağır başlı giyinmenizi tavsiye ediyoruz; çok fazla çıplak bacak veya
çatalınızı göstermek dikkat çekmenize ve ara sıra yerel erkeklerin ahlaksız
davranışlarına neden olabilir.
Kadınlar gece
yalnız yürürken dikkatli olmalı, özellikle Aksaray / Laleli, Eminönü ve
Karaköy’de. Taksilerde şoförün yanındansa arka koltuğa oturmak iyi bir fikir. Eğer, Türk bir erkek sizi
üzecek şekilde yaklaşırsa, Ayıp! (ah-yuhp) demeye çalışın.’’
Ünlü gezi
rehberi Lonely Planet’ın kadın yolculara verdiği İstanbul tavsiyelerini
okudunuz. Lonely Planet, İstanbul’a Türkiye dışından gelen kadınları “yerel
erkeklere” karşı uyarma konusunda yalnız değil. Alanında en iyilerden biri
olarak bilinen bir diğer rehber The Rough Guide’ın İstanbul önerileri de şöyle:
“Kot, pantolon
veya makul etekler giyin, erkeklerle göz teması kurmaktan kaçının ve
olabildiğince güvenli ve kararlı görünmeye çalışın, öyle görünün. (…) Eğer tacize uğrarsanız,
acısını tek başınıza çekmeyin - izleyenlerin desteğini sağlamak için olayı
kamusallaştırın. Mesajınızın karşı tarafa erişmesi için Türkçeyi kullanın;
‘Ayıp’ veya ‘Beni rahatsız ediyorsun’ ya da
daha güçlü olan ‘Defol’ veya “Bırak beni’ teoride yardımcı olabilir, ama sadece
telaffuzu becerebilirseniz.”
Liste
uzatılabilir.
Ancak soru şu;
rehberlerde İstanbul’a Türkiye dışından gelecek kadınlara bu uyarılar neden
yapılıyor?
Yanıt, geçen
hafta Washington Post’ta yayımlanan bir makalede bir kez daha verildi.
“İstanbul’da tacizsiz gün geçmiyor” diye yazan gazeteci Alyson Neel, Türkiye’de
yapılan araştırmaları da ekleyerek yaşadığı bazı deneyimleri paylaştı ve
ekledi:
“Cinsiyet
eşitsizliği konusunda bildiklerimin çoğunu, son iki yıl yaşadığım İstanbul
sokaklarında öğrendim.”
Neel’in yazısı,
çok geçmeden, bazı internet sitelerinde “Dünyaya rezil olduk”, “Utanç yazısı”
başlıklarıyla alıntılandı. Hâlbuki ne Türkiye’yi rezil eden bu yazılar, ne de Neel bu yazıları ilk
kez yazıyor.
ABD,
Louisiana’da ‘’siyasal iletişim’’ okuyan Alyson Neel, staj için Türkiye’ye
geldikten bir süre sonra, Türkiye’de İngilizce yayımlanan günlük gazete Today’s
Zaman’da çalışmaya başladı. Neel, yaklaşık 1,5 yıldır çalıştığı Today’s
Zaman’da taciz ve cinsiyet eşitsizliği hakkında sık sık benzer tonlarda yazılar
kaleme aldı.
Alyson Neel’in
iki sene boyunca İstanbul’da neler yaşadığını, nasıl değiştiğini öğrenmek için
T24 adına kapısını çaldık. Amerikalı genç bir gazetecinin erkek Türkiye ve
dünya izlenimleri için, buyrun.
‘Öyle bir
‘maşallah’ dedi ki ‘seks ister misin’ kadar kötü geldi’
·
Önce
sizin hikâyelerinizi dinlesek; size Washington Post’ta “İstanbul’da tacizsiz
bir gün geçmiyor” yazdıracak ölçüde neler yaşadınız?
O kadar çok
taciz hikâyem oldu ki! Daha buraya gelirken bile tacize uğradım. Ve böyle
giyiniyorum. (Neel, beyaz bir mont,
siyah bir pantolon ve hafif bol mavi gömlekten oluşan kıyafetlerini
gösteriyor). Üsküdar’da, Ümraniye’de, Beşiktaş’ta, Nişantaşı’nda, her yerde
tacize uğradım.
·
Buraya
gelirken ne oldu?
Türkiye’ye ilk
geldiğimde çok sevdiğim, Türk bir aileyle altı ay kaldım. Kültüre dair
öğrenebileceğim her şeyi öğrenmeye çalışıyordum. Bana Türkçe öğretirken “maşallah”,
“inşallah” dediklerinde bayılmıştım. Sırf “maşallah” diyebilmek için bebek
görmek istiyordum. Sonra yaşlıca ürpertici, pis bir adam beni süzüp ve vurgulu
bir şekilde “maşallah” deyince iğrendim kelimeden. Sorun kelimede değildi, ama
söyleniş tarzı başka bir tacizde söylenen “Benimle seks yapmak ister misin”
cümlesi kadar kötü hissettirdi. Bir sefer sabah sekizde işe giderken bir adam
beni takip etmeye başladı. Bir süre sonra kolumu kavrayıp “Seks yapmak ister
misin” dedi. “Ciddi olamazsın” deyip kaşlarımı çattığımda “Oo İstanbul good,
İstanbul good” dedi. Başka bir zaman da üstüme tükürüldü. Kedi çağırır gibi “Pis
pis pis” dedi adam. Bir gün de baharat dükkânındayken biri köpek gibi ulumuştu.
‘Erkek
arkadaşımlayken tükürüldü, o gün sekiz kez tacize uğradım’
·
İnsan
yolda neden bir kadına tükürür? Anlatır mısınız, bu nasıl oldu?
O zamanki erkek
arkadaşımla Sultan Ahmet’te yürüyorduk, sanırım Kapalı Çarşı’dan çıkmıştık ki
birden bir adamın garip sesler çıkardığını duydum. Dönünce öylece üstüme
tükürdü! Erkek arkadaşıma yaşadığım tacizi görmek çok zor geldi. O vakte kadar
yaşadıklarımı saklıyordum, sonra “Bundan sonra her tacize uğradığımda sana söyleyeceğim” dedim.
Ama ne kadar hassas olursa olsunlar yaşananları tam olarak anlamıyorlar. “Biraz
önce tacize uğradım” deyince şaşırıyordu. Sanırım o gün sekiz defa tacize
uğradım.
·
“Bir
günde sekiz kez taciz edildiğinizi”
söylüyorsunuz. Bir sefer bile yeterince rahatsız ediciyken bu hayli yüksek bir
rakam. Dolayısıyla şu sorular akıllara takılacaktır; size göre taciz ne demek?
Nerede başlıyor, nerede bitiyor? Ne zaman “Bu bir taciz” diyorsunuz?
Öncelikle
söylemek istiyorum, (Washington Post’taki) makalede İstanbul’daki her kadının
benim yaşadıklarımı yaşadığını söylemedim. Bunlar benim deneyimlerim. Bazıları “Ben
bunu yaşamadım” diyor; olabilir. Ben de New York’ta yaşamadım, ama bu orada
taciz yok demek değil. Aslında uluslararası anti-sokak tacizi hareketi
Hollaback!, New York’ta başladı. Çünkü insanlar orada bir problem olduğunu fark
etti. Ama ben İstanbul’da yalnız olmadığımı biliyorum. Hollaback’in kurucuları
hukuki danışman Nihan Güneli, yönetici Ezgi Cincin Türk ve “Sürekli tacize
uğruyoruz” diyorlar. Türk kadın arkadaşlarıma “Bunlar sizin başınıza geliyor mu”
diye sorduğumda, “Hep” yanıtını veriyorlar. Hollaback’in yaptığı ankette
katılımcı kadınların yüzde 70’i her ay bir kere tacize uğradıklarını söyledi.
Ayrıca Bianet’in araştırmasının sonuçları ortada.
‘Taciz, seni
rahatsız eden
her şeydir’
Eğer bana ABD’deyken “Taciz ne” diye
sorsaydınız “bir adamın bana yolda bağırması”, “birinin bana dokunması” derdim.
Ama buraya geldikten sonra diğer ülkelerden aktivistlerle de görüştüğümde
gördüm ki kişiler tacizi farklı tanımlayabiliyorlar. Ama tanımlar bir noktada
buluşuyor: “Taciz, seni rahatsız eden
her şeydir.” Yani, bana göre, her şey taciz olabilir, rahatsız oluyorsam bir
bakış bile tacizdir. Ki “Dur” demene rağmen gözlerini dikerek bakmaya devam eden insanlarla
karşılaştım.
·
“O
kadar rahatsız olmuş ki antenleri aşırı duyarlı hale gelmiş” diyenlere
yanıtınız ne olur?
Bu konuya dair
algım kuvvetli olduğu için daha fazla fark ediyor olabilirim. Tek istediğim şu
sokakta rahatça yürümek. Markete giderken yolda ne olacak diye düşünmek, her
zaman bu kadar bilinçli olmak istemiyorum.
‘Sokaktaki
tavrım değişti; gülümsemiyorum, göz teması kurmuyorum’
·
İstanbul’da
geçirdiğiniz iki senede bu tacizlere karşı nasıl savunma mekanizmaları
geliştirdiniz, sizde nasıl bir değişim oldu mu?
Sokaktaki
davranışlarım tamamen değişti.
·
Nasıl?
Örneğin,
giyimim. İstanbul’a ilk geldiğim aylarda tacize uğradığımda kendi hatam
olduğunu düşündüm, çoğu taciz kurbanı gibi. “Kültüre yeterince hassas değilim,
doğru giyinmiyorum” dedim. Ve altı ay boyunca kocaman kıyafetler, uzun etekler
giydim. En kötü deneyimim Üsküdar’da uğradığım tacizdi ve üstümde kocaman bir
palto, sıfır makyaj vardı. Sonra diğer kadınlarla da konuştuğumda, “Hayır,
hepimize oluyor” dediler. Ne giydiğin hiç önemli değil. Sokak tacizlerinin
seksle, flörtle alakası yok. Yaşlısı da, genci de, tayt giyeni de, kaban giyeni
de tacize uğruyor.
Eski
kıyafetlerime geri döndüm, ama hâlâ yolda gülümsemiyorum, göz teması
kurmuyorum. İlk başlarda otobüse bindiğimde açık alanda duruyordum, tacize
uğrayınca değiştirdim. Hakkımda söylenenleri duymamak için kulaklık takıyorum.
Türkçe bilmediğimi düşünüp mesela “Ne kadar” diye soruyorlar.
‘Makale için
teşekkür eden de, ‘Ülkene geri dön’ diyen de oldu’
·
Washigton
Post’taki makalenizin ardından gelen tepkiler nasıl oldu?
“Gündeme
getirdiğiniz için teşekkürler, bu çok ciddi bir sorun” diyen erkekler de oldu, “Ülkene
geri dön”, “Hâlâ neden burada yaşıyorsun?”, “Oryantalistsin” gibi savunmacı
yaklaşanlar da. Sonuncusu beni çok rahatsız etti. Makalemde hem “doğu”
kelimesini hiç kullanmadım, hem de tacizin dünyanın, New York dâhil, başka şehirlerinde de
olduğunu vurguladım. Ama “Sansasyon yaratmak istiyorsun”, “Hindistan’daki
tecavüzden İstanbul’daki sokak tacizlerine nasıl gidiyorsun” dediler.
Göstermeye çalıştığım şey de buydu aslında: Tecavüz de, taciz de aynı kökenden
geliyor. Tecavüze giden yolda olanları göz ardı etmeyelim, konuşalım demek
istedim.
‘Taciz de,
tecavüz de cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanıyor’
·
Sizce,
tecavüz ve taciz hangi aynı kökenden geliyor?
Cinsiyetler
arası ayrımcılıktan. İkisinde de erkekler, kadınlara bunları yapabileceklerini
düşünüyorlar ve yapıyorlar. Çünkü karşısındaki insanı eşiti olarak görmüyorlar.
Kendimi bir erkeği taciz ederken hayal ediyorum; benzer şeyleri yapıyorum,
poposunu sıkıyorum, rahatsız olacağı şeyler söylüyorum. Ama kafamda bile devam
edemiyorum, çünkü o bir insan. Sorun da burada, onlar beni aynı şekilde
görmüyor.
Böyle bir şey
yaşadıktan sonra anlattığımda da “Ne giyiyordun” diye soruyorlar. Ne önemi var
ki! Açık giyinsem ne olacak? Bu kimseye bana dokunma veya taciz etme hakkı
vermiyor. Gülsem ne olacak? Bu tecavüz etme hakkı mı veriyor? Hayır. Bu sorudan
nefret ediyorum. Hiç taciz edenlere “Ne giyiyordun” diye sorulduğunu gördünüz
mü? Beni asıl rahatsız edense taciz sonrasında
arkadaşlardan, gazetecilerden duyduğum “Büyütülecek bir şey yok” sözleri.
‘Taciz edilen
kadınların çoğu destek görmeme korkusuyla susuyor’
·
Bir
parantez açsak; taciz ve tecavüzün çıkış noktası aynıysa ve sizce tacizin bu
kadar sık yaşandığı İstanbul’da tecavüze uğramamak bir tesadüf mü?
İlginç bir soru.
İkisinin de aynı kökenden gelmesi taciz ve tecavüz vakalarının aynı olduğu
anlamına gelmiyor. Tecavüz hakkında bilmiyorum ama İstanbul’da yaşamış biri hiç
tacize uğramadığını söylediğinde “Ne kadar şanlısın” diyorum.
·
Sizce
kadınlar kendileri veya tanıdıkları tacize uğradıklarında bu olayları “büyütmeye”
ne kadar istekli?
Çoğu kadın
susuyor, çünkü destek alamayacaklarını düşünüyorlar. Ki çok da haksız değiller.
Bir seferinde otobüsün arkasında uyuklarken bir kadının “Bana dokunma”
bağırışıyla uyandım. Orta yaşlı, Türk bir kadındı. Genç bir erkeği işaret
ediyordu ve “Bana dokunmadığını yüzüme söyle” diyordu. Kimse umursamıyordu,
sonunda yaşlıca bir adam konuştu ve “Tamam, tamam, kapat konuyu” dedi. Ortada
bir taciz var, kimse adamı otobüsten atmıyor veya yaptığının yanlış olduğunu
söylemiyor, ama kadına “uzatma” diyorlar! Bir erkek, gündüz, sokak ortasında
bir kadını nasıl dövebiliyor? Çünkü ona bir yaptırımı olmayacağını biliyor.
İnsanlar bu konuyu ciddiye alsaydı, adam bunu yapamayacağını bilirdi. Bu, tabii
ki, sadece tacizle veya Türkiye ile
alakalı değil; bu yüzden cinsiyet temelli birçok şiddet vakası bildirilmiyor.
Kurbanlar, destek görmemekten korkuyorlar.
‘Herkes diğerini
hayvan gibi görüyor’
·
Tacizi
mazur görmede feminist eylemlerde sıklıkla dile getirilen “erkek dayanışmasının
rolü” fikrine katılır mısınız?
Gittikçe “biz”e
karşı “onlar” fikri oluşmaya başlıyor. Feminist bir arkadaşım çok güzel
anlatmıştı; “Herkes diğerini hayvan gibi görüyor.” Bu çok doğru. Genç çocuklar
tarafından saldırıya uğradığımda onları insan olarak görmüyordum. Ben yerde
ağlarken onlar gülüyordu. Eğer
erkekler, diğer erkekleri sorumlu tutsalardı bunların hiçbiri yaşanmazdı.
Toplum tacizi onaylarken adamların değişmesini beklemek ne kadar gerçekçi? Bu
sadece Türkiye için değil, Amerika için de geçerli. Ama yakın zamanda
erkeklerin de “Bu doğru değil” diyerek ses yükselttiklerini duymaya başladık.
Bu çok önemli.
·
Today’s
Zaman’da da taciz ve ayrımcılık konusunda benzer tonlarda yazılar yazmanıza
rağmen, makaleniz Washington Post’ta çıktığında konuşuldu. Sizce sebep neydi?
Sanırım Today’s
Zaman’da yazdıklarımı görmediler; görselerdi üzülebilirlerdi. Makaleyi Pınar
İlkkaracan’a (Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler’in kurucusu) gösterdim ve ne
düşündüğünü sordum. “Harika” dedi ve şunu söyledi: “Luxor’a gittiğimde yabancı
bir kadın olarak orada yaşayan kadınlardan daha fazla tacize uğradığımı
düşünüyordum. Bunu yazmak istedim, ama burada yaşayan kadın ve erkeklerden
eleştiriler alacağımı düşündüm.”
Ben de sonuçta
bir yabancıyım ve Washington Post’ta “İstanbul sokaklarındaki taciz”den bahsediyorum.
Bazılarının da aklına “Bunu söylemeye hakkın yok” gibi düşünceler üşüşüyor. Ama
ben bildiğimi yazıyorum; İstanbul’da değil, Londra’da olsaydım oradaki
tacizlerden bahsederdim.
‘Bazı
gazeteciler, ‘İstanbul’a kötü şöhret veriyorsun’ dedi’
·
Gelen
tepkilerin nedenlerinden biri Türkiye’de bazı kesimlerin Batı’daki imajlarına
dair takıntısı da olabilir mi?
Çeşitli gazeteci
ve editörlerin bana söylediği de bu oldu. Yazı yayımlandıktan sonra “Alyson,
İstanbul’a kötü bir şöhret veriyorsun” dediler. Ama ben gazeteciyim, İstanbul’un
veya Türkiye’nin PR’cısı değilim. Burayı seviyorum, ama bu konuları yazacağım.
·
Bahsettiğiniz
gazeteciler Today’s Zaman’dan isimler miydi?
Farklı
gazetelerden veya bağımsız isimlerdi. Pek çoğu bunu söyledi. “İsveç’teki sokak tacizlerini yaz” diyenler
bile çıktı.
·
Bir
Today’s Zaman parantezi açsak; oradaki ilişkileriniz, yazılarınıza gelen
tepkiler nasıl?
Today’s Zaman’da
tacizlere, kadın haklarına, ayrımcılığa dair hayli ilerici hikâyeler
yayımladık. Editörlerim çok destekleyici oldular; mesela, Vajina Monologları
hakkında yazmam için bana izin verdiler. Ayrıca, hükümet ve politikaları
hakkında makalelerimde çoğu kez eleştirel duruyorum.
·
Türkiye’de
yabancı bir kadın olmak tacizi kolaylaştırıyor mu? Siz, Pınar İlkkaracan’ın
deneyimini paylaşıyor musunuz?
Emin değilim.
Tacize uğramış birçok Türk kadınla da konuştum; yabancı kadınların onlardan
daha çok tacize uğrayıp uğramadığını bilmiyorum.
·
Kastımız
daha çok şuydu; Türk erkeklerinin yabancı bir kadınla karşılaştıklarında daha “cüretkâr”
olduklarını düşünüyor musunuz?
Evet. Pek çok
yabancı kadından “Çok güçsüz hissediyorum”, “Tacizler olduğunda hiçbir
kontrolüm olmadığını hissediyorum” benzeri cümleler dinledim. Bazıları Türkçe
bilmiyor ve ne yapmaları, ne demeleri gerektiğini bilmiyorlar. Kendi ülkenizde
bile tacize karşı ne yapmanız gerektiğini bilmek zorken, evet, başka bir
ülkede, yabancı olmak çok daha zor. Burada neler yapmam gerektiğimi öğrenmek
zorunda kaldım. Artık neler söylenmesi gerektiğini biliyorum.
‘İstanbul’a
gelen yabancı kadınlar ‘ayıp’ demeyi öğrenmeli’
·
Nedir
söylenmesi gereken? Sizin İstanbul rehberinizde Türkiye’ye gelen kadınlara
önerileriniz neler olurdu?
Kesinlikle “Çok
ayıp” demeyi öğrenmeleri gerektiğini söylerdim. Çünkü söylemesi kolay. Türkçe
karşılık vermeye dair komik bir hikâyem var. İngiltere Konsolosluğu’nun hemen
arkasında oturuyorum ve yaklaşık üç ay boyunca her sabah Today’s Zaman’a gitmek
için yola çıkıyordum. Dolayısıyla, işe göre giyiniyordum. Yol üzerinde bir
kahve var ve her sabah oradaki erkekler baştan aşağı beni yavaşça süzüyorlar ve
“maşallah, maşallah” diyorlardı.
O kadar bunaldım
ki dindar bir kadın arkadaşıma “Durmalarını sağlayacak ne söyleyebilirim” diye
sordum. O da bana bir cümle söyledi. Öğrenip söylemeye cesaret etmem bir ayımı
aldı. Bir ayın sonunda önlerinden geçerken yine “maşallah” dediler. Ben de
adama dönüp “Bu kelimenin içinde Allah var. Neden kötü şekilde kullanıyorsun”
dedim. Adam dondu, çevresindekiler de şaşırdı. Ertesi gün tek kelime etmediler.
Çünkü adamı utandırdım, kontrolü elime aldım, Türkçe konuştum, dinî argüman
kullandım. Birkaç kez de taciz edenlere vurdum.
·
Nasıl?
İstiklal
Caddesi’nde bir adam popoma dokundu. Ben de arkasından koşup ensesine vurdum.
Kocaman bir adamdı, arkasına dönüp beni görünce çok şaşırdı. Bir erkek
bekliyordu herhalde. Karaköy’de de bir adama bu yüzden tokat attım.
·
Karşılık
olarak size vurulmasından, zarar verilmesinden endişe etmediniz mi?
Çok şaşırdıkları
için şoke oluyorlar. Ama taciz konusunda Türkiye’den sosyologlar ve
psikiyatrlarla konuştum. En iyi yanıtın, “Sen bunu yaptın ve beni rahatsız
ettin” demek olduğunu söylediler.
‘Polise taciz
şikâyetiyle gittiğimde biber gazlarını verdiler’
·
Sizce
bu, günlük tacizler için ne kadar geçerli bir çözüm? Siz ağlarken sizi taciz eden bir grup erkeğin
güldüğünü söylediniz.
O olay bir
felaketti, nasıl açıklanır bilmiyorum ama grup psikolojisi vardı. Ağlarken
onların güldüğünü gördüğümde artık üzgün değildim, çıldırmıştım. Ve kalkıp o
çocukları kovaladım. Uzağımdalardı, bağırmaya başladım. Çoğunluğu erkek esnaf
toplandı. “Abla, ne oluyor” diye sorup sürekli dokunuyorlardı. Ben de “Bana
dokunmayın” diyordum. “Abla tamam, geçti” derken “Bu taciz yüzünden
ağlamıyorum, bu sürekli oluyor” deyince içlerinden biri, çocuklardan birini
tutup köprüden atar gibi yaptı. Çocuk “Abla, ben sana saldırmadım. Beni
hatırlamıyor musun” diye bağırmaya başladı. Kimsenin canının yandığını görmek
istemiyordum, çözüm bu olamazdı. Bir süre sonra polisi aradım. “Tacizciler orda
mı” diye sordular, “Hayır, peşlerinden
kovaladım, sonra kaçtılar” deyince “O zaman bir şey yapamayız” dediler. Tacizci
orada değilse, kimseyi yollayamaz veya rapor dolduramazlarmış. Ben de kalkıp
emniyete gittim. “Ne yapmamızı istiyorsunuz” deyince “Şu noktalarda polisler
görevlendirmeniz gerekiyor” dedim.
·
Polis
sizi dinledi mi, o noktalarda polis gönderildi mi?
İlk başta “Taksim’de
yaşamamalısınız” dediler, “Bu bir tek Taksim’de olmuyor” deyip ısrar ettim. “Biber
gazı alın” dediler, sonra kendi gazlarını verdiler. “Peki, ben gazı alacağım,
ama siz ne yapacaksınız, orada olmanız lazım” dedim. Şimdi orada polisler var.
Birkaç kez beni arayıp “Her şey yolunda mı” diye sordular da.
‘Polis
tarafından da tacize uğradım’
·
Washington
Post’taki makalenizde başka bir deneyimizi anlatırken polisin “özel mesele”
deyip şiddete müdahale etmediğini yazdınız. Polislerle taciz meselelerinde kaç
kez karşı karşıya geldiniz, neler oldu?
İlk karşılaşmam
yazdığım Ümraniye’deki olayda olmuştu, çok tüketiciydi. Daha sonra farklı
polislerle de tanıştım. Ayrıca, iyileşmeler olduğunu biliyoruz. (Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı) Fatma Şahin, polislerin eğitiminden bahsediyor. Etkisi
görülmeye başladı mı bilmiyorum, ama bu çok önemli bir adım. Eğer polise gidemeyeceğimizi düşünürsek, kime
gideriz? Biber gazı satıcısına veya en yakındaki teyzeye.
Yardımcı olmaya
çalışan, tacizi dert edinen ve bu sorunun çözülmesini isteyen polislerle de
tanıştım. Ama polis tarafından da tacize uğradım.
·
Ne
oldu?
Bazen sadece
bakışlar, ama telefon numaralarını veren polisler de oldu. Taciz olduğunda
yardımlarını istediğim bazı polisler “Gece çıkalım mı” diye sordu. Ben de
“Hayır, işini yapmana ihtiyacım var” dedim.
·
Taciz
eden bu polisleri üstlerine şikâyet ettiniz mi?
Hayır,
söyleyeceklerimi söyleyip çıktım.
‘Erdoğan’ın üç
çocuk istemesi ayrımcılık’
·
Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç’ın vajina kelimesinden utanması, Başbakan Tayyip
Erdoğan’ın bir eylemciyi hedef alarak sarf ettiği “Kız mı, kadın mı belli değil”
sözleri akıllarda. Siyasilerin tavrıyla sokaktaki tacizler arasında bağlantı
kuruyor musunuz?
Kesinlikle
bağlantılı. Çünkü cinsiyet eşitliği olmadıkça bu, sokakta da, Meclis’te de,
işyerinde de çıkacak. ABD’de de “Tecavüze uğrayan kadınlar hamile kalamaz”
diyenler, “vajina” deyince bozulan veya doğum kontrol hapı kullanan kadınları
“fahişe” ilan eden
siyasetçiler var. Erdoğan, “Her kadının üç çocuk doğurması gerektiğini”
söylüyor. Bu ayrımcılık. Ayrıca, hükümet bir yandan kadın istihdamının artmasını
isterken, diğer taraftan üç çocuk istiyor. Bunun nasıl olmasını bekliyorlar?
Türkiye ile
ABD’nin farkı, burada çoğunlukla kadının birey olarak algılanmaması. Kadınlar
ya anne, ya kız çocuğu, ya kardeş olarak görülüyor. Erkeklerle aynı haklara
sahip olması gerektiği düşünülmüyor. Başbakan, “Kadınlar ve erkekler eşit değil”
diyor. Hâlbuki onlar karar verici! Bedenleri aynı olmadığı için eşit
olamayacaklarını düşünüyorlarsa, tamam. O zaman eşit haklardan bahsedelim.
‘İslam da,
Hıristiyanlık da mazeret olarak kullanılıyor’
·
Cinsiyet
ayrımcılığına ilişkin tablo, sizce dini inanca göre farklılaşıyor mu?
İslam konusunda
uzman değilim, Katolik yetiştirildim. Orada da “Kadınlar da papaz olmalı”
deyince insanlar rahatsız oluyor. Bence sırf gelenekler böyle oldu diye,
bunları sürdürmenin bir anlamı yok. Türkiye’de kayda değer sayıda Müslüman
feminist var; Hidayet Şefkatli Tuksal, Yıldız Ramazanoğlu gibi çok güçlü kadın
hakları savunucuları var. Benim kadar onlar da eşitliğe inanıyor ve onlar
Müslüman. Müslümansın diye ‘’kadın ve erkekler eşit haklara sahip olmamalı’’
diyemezsin, buna inanamam. İnsanlar İslam’ı mazeret olarak kullanıyor. Aynı
şeyi Hıristiyanlıkta da yapıyorlar. Bu dinle alakalı değil, toplumsal yapıyla
ilişkili.