"Bugünün dünyasına bakıldığında ’68’in non-konformist gençlik
hareketlerinden, radikal feminizmin söylemlerinden, yeni solun
özgürlükçü virtüözlüğünden geriye pek bir şey kalmamış görünmektedir.
Daha özelde Türkiye’ye bakıldığında militanları Ertuğrul Özkök ya da
Duygu Asena gibilerinden oluşan liberal girdiler bayatlamıştır. Solda
mal bulmuş mağribi gibi kadın, cinsellik, psikoloji konularına
sardıranların dönemi kapanmıştır."
Ebru Pektaş - İleri Haber
Namlı asena Meral Akşener’in ‘bir kadına yakışmayacak’ kasedi olduğu iddiasıyla birlikte seksli seçim atmosferine girmiş olduk. Akşener’in karanlık geçmişi, faşistliği, Çiller’le kanka oluşu gibi pek çok konu malumunuz. Beri yandan Akşener vakasında sosyal medyada ortaya saçılanlar en az Akşener kadar fena.
Sosyal medyada ‘tertemiz bir kadına iftira’ söylemiyle bir kez daha kadınlığımıza sevişme ‘gölgesi’ düştü. Bilirsiniz, biz kadınlar sevişerek kirleniriz. Alına sürülen lekedir, temizlenmesi gereken bir kir, masumiyetin bitişi ve namus meselesidir.
Ama burada konunun başka bir boyutu daha var. Gündelik siyasi söylemden yasalara uzanan geniş bir alanda, AKP iktidarı boyunca öne çıkan, belirginleşen bir çizgi. AKP bir yandan ‘makbul’ cinsel ilişki biçiminden yapılacak çocuk sayısına bir dizi öğütle cinselliği de içermek üzere özel alanı aşırı politize etmekte, diğer yandan siyaset alanına düzenli ‘pornografik içerik’ sokarak siyaseti pornografikleştirmekte. Kasetlerden bahsedilmekte, görüntüler sızdırılmakta, gitmez denilen liderler emekliye ayrılmakta, anasının dizinden tahrik olanlar, kucağına kız torununu alamayanlar iç dökmekte, belediyenin evlilik danışmanları erkekler için tekeşliliği uygun görmediğini açıklamakta…
Tüm muhafazakar söylemine ‘rağmen’ nemfoman bir iktidar var karşımızda. Aslında otoriter-baskıcı rejimlerin ‘özel alan’ takıntısı kendi içinde tutarlıdır. Hatta özel hayatın ve cinselliğin otoriterlik dolayımları olarak böylesi kullanımları bize özgü de değil. Marquis de Sade’ın yazdığı bir öyküden sinemaya uyarlanan ve Pasolini’nin yönetmenliğini yaptığı Salo filmini izleyenler bilir. Filmde her türlü cinsel eylem baskıcılığın ve aslında özel olarak Hitler faşizminin metaforu olarak kullanılmaktadır. Ağır bir filmdir, izlemesi zordur, distopyadır. Yine de içinde doğulu bir tat niyetine camide grup seks ya da türbanlı gelinlerin üstüne işeme gibi sahneler yoktur.
İnsan sormadan edemiyor. Peki nedir bu cinsellik, hatta çoğunda pornografi ilgisi? Liberal ideolojinin uzunca bir süre toplumla kurduğu rezonansa, tüm o ‘özgürleşme’ söylemine rağmen cinsellik hala patolojik bir mevzu değil mi sizce de?
En başta konu, kapitalizmin neo-liberal döneminin sosyal politikaları ile sağından soluna liberal ideolojinin çeşitli varyantları arasındaki ilişkiye değmektedir. Türkiye için özellikle geçerli olan kamusal yüklerden kurtulma, özel alanı cemaatleştirme, emek sürecini düşük ücret, esnek istihdam, yüksek işsizlik ile kıskaca alma modelinin, bu nesnellikle bağdaşmayan ‘birey olma’, psikolojiyi keşfetme, kimlikler, cinsellik patlaması, hazzın doruklarında tüketme gibi söylem ve olgularla sürdürülmesiydi.
Buradaki ‘cinsellik patlaması’ yepyeni türde bir şeydi. T. Eagleton’un o muhteşem benzetmesiyle ‘artık seksi olan şey bizatihi seksin kendisiydi’. Her yıl yüzlerce porno film çekilen ‘70’lerin ortamından esasta farklıydı. İzbe sinema salonlarındaki ‘İsmet bu ne kısmet’ türü güldürü-pornosundan apayrı bir şeydi. Bu pornografikleşme “…medyanın, reklam ve eğlence sektörünün sağladığı dil sayesinde çok daha ’kültürlü’ bir nitelik kazanmıştı. Kendisini yasakla, gizlilikle, suçluluk duygusuyla ya da bütün bunları hafifletmesi beklenen bir komiklikle tanımlamış bir alt kültür olarak değil, kültürün kendisi olarak sunuyordu”*. Tüm toplumu iştaha getiren ‘gerçek seks’ vaadi şarkılardan türkülere, filmlere, dizilere hızla yayıldı. Çok yerinde nitelemeyle bu bir ‘kopma ayini’ydi**. Çok cin fikirli tarih, sanki işçi sınıfının devrimci enerjisini seks tanrısına kurban etme niyetindeydi.
Çok uzun süre bu tablo örgütsüz ve apolitik bir toplum için mükemmel bir düzenek gibi görünmüştü. Ta ki AKP iktidarı züccaciye dükkanına giren fil misali bu sahte ve de sancılı düzeneği yerle bir edene kadar. Kuşkusuz AKP, içinde debelendiği kültür ve de atmosfer gereği cinsel olanın gücünü bilmekteydi. Siyasal alana pornografi taşıma ya da cinsel hayata siyaset enjekte etme merakı başka türlü açıklanamaz.
Haziran Direnişi'yle birlikte gördüğümüz öfke, yukarıda bahsedilen modelin hayatla bağdaşmadığını, AKP’nin de buna bir alternatif sunamadığını ve hatta tersine yangına körükle gittiğini anlatmak ister gibiydi. İsyanın kişisel dilinden ‘birey olmuş’ toplumun yeni protesto biçimlerine, cinsel göndermelere, yeni hassasiyetlere pek çok konu yılların yatırımına inat hoppa ve de asi bir genç kız gibi karşımıza çıktı. Haziran Direnişi bir yönüyle yeni türde bir ‘kopma ayini’ydi. Kızlı erkekli denilerek açıktan flört yasakları, alkol yasakları, ecdadımızı gıdıklayan dizi yasakları, ağacının gölgesinde sevişme ihtimalimiz olan orman yasakları diye uzayıp giden yasaklar ülkesinde bir kopma ayini.
Tüm bu hengamede ‘cinsellik/ cinsel özgürlük’ konusu öyle ya da böyle tablonun bir parçası. O halde bir kez daha sormak gerekiyor. Nedir bu cinsellik meselesi? Ya da heveslisi için, yoksa iktidarlar buralarda mı kuruluyor?
Kuşkusuz cinsellik ve iktidar arasında Foucault gibi bütünlük ve özne fikrine rahmet okutan bir yapısalcılık ilişkisi kurmak bizim konumuz değil. Akademinin fildişi kulelerinde yeterince meraklısı var. Ne ki bugünün dünyasına bakıldığında ’68’in non-konformist gençlik hareketlerinden, radikal feminizmin söylemlerinden, yeni solun özgürlükçü virtüözlüğünden geriye pek bir şey kalmamış görünmektedir. Daha özelde Türkiye’ye bakıldığında militanları Ertuğrul Özkök ya da Duygu Asena gibilerinden oluşan liberal girdiler bayatlamıştır. Solda mal bulmuş mağribi gibi kadın, cinsellik, psikoloji konularına sardıranların dönemi kapanmıştır. Zamanında geleneksel solun meşru müdafaa hakkı ise bu hatta dönük en önemli girişimdi. Bugünse tüm bu meselelere, hele ki böylesine politize olmuşken daha müsterih bakma şansımız var. Örneğin her şey bir yana, Haziran Direnişi'yle birlikte görünürlüğü ve politizasyonu artan LGBTİ hareketi kimlik, gerici baskılar ve cinsel özgürlük gibi konuların esas taşıyıcısı olmuştur.
Feminist hareketin de önemli konularından biri olarak cinselliğin Marksistlerin tümden ilgi alanının dışında kaldığı düşünülmemeli. Bizatihi Marx ve Engels’in yazdıkları, W. Reich’ın 40 bin üyeli Sex-Pol deneyimi, Zetkin’in Kollantai’nin, Inessa Armand’ın yazıları güncellenmeye, tartışılmaya muhtaçtır. Bu da artık bir sonraki yazının konusu olsun.
* Nurdan Gürbilek, Kötü Çocuk Türk, Metis yayınları s.22
** Can Dündar, Yıldızlar, Can yayınları, s. 14,
**Bertell Olman, Diyalektik Soruşturmalar, Yordam kitap, s.153
Namlı asena Meral Akşener’in ‘bir kadına yakışmayacak’ kasedi olduğu iddiasıyla birlikte seksli seçim atmosferine girmiş olduk. Akşener’in karanlık geçmişi, faşistliği, Çiller’le kanka oluşu gibi pek çok konu malumunuz. Beri yandan Akşener vakasında sosyal medyada ortaya saçılanlar en az Akşener kadar fena.
Sosyal medyada ‘tertemiz bir kadına iftira’ söylemiyle bir kez daha kadınlığımıza sevişme ‘gölgesi’ düştü. Bilirsiniz, biz kadınlar sevişerek kirleniriz. Alına sürülen lekedir, temizlenmesi gereken bir kir, masumiyetin bitişi ve namus meselesidir.
Ama burada konunun başka bir boyutu daha var. Gündelik siyasi söylemden yasalara uzanan geniş bir alanda, AKP iktidarı boyunca öne çıkan, belirginleşen bir çizgi. AKP bir yandan ‘makbul’ cinsel ilişki biçiminden yapılacak çocuk sayısına bir dizi öğütle cinselliği de içermek üzere özel alanı aşırı politize etmekte, diğer yandan siyaset alanına düzenli ‘pornografik içerik’ sokarak siyaseti pornografikleştirmekte. Kasetlerden bahsedilmekte, görüntüler sızdırılmakta, gitmez denilen liderler emekliye ayrılmakta, anasının dizinden tahrik olanlar, kucağına kız torununu alamayanlar iç dökmekte, belediyenin evlilik danışmanları erkekler için tekeşliliği uygun görmediğini açıklamakta…
Tüm muhafazakar söylemine ‘rağmen’ nemfoman bir iktidar var karşımızda. Aslında otoriter-baskıcı rejimlerin ‘özel alan’ takıntısı kendi içinde tutarlıdır. Hatta özel hayatın ve cinselliğin otoriterlik dolayımları olarak böylesi kullanımları bize özgü de değil. Marquis de Sade’ın yazdığı bir öyküden sinemaya uyarlanan ve Pasolini’nin yönetmenliğini yaptığı Salo filmini izleyenler bilir. Filmde her türlü cinsel eylem baskıcılığın ve aslında özel olarak Hitler faşizminin metaforu olarak kullanılmaktadır. Ağır bir filmdir, izlemesi zordur, distopyadır. Yine de içinde doğulu bir tat niyetine camide grup seks ya da türbanlı gelinlerin üstüne işeme gibi sahneler yoktur.
İnsan sormadan edemiyor. Peki nedir bu cinsellik, hatta çoğunda pornografi ilgisi? Liberal ideolojinin uzunca bir süre toplumla kurduğu rezonansa, tüm o ‘özgürleşme’ söylemine rağmen cinsellik hala patolojik bir mevzu değil mi sizce de?
En başta konu, kapitalizmin neo-liberal döneminin sosyal politikaları ile sağından soluna liberal ideolojinin çeşitli varyantları arasındaki ilişkiye değmektedir. Türkiye için özellikle geçerli olan kamusal yüklerden kurtulma, özel alanı cemaatleştirme, emek sürecini düşük ücret, esnek istihdam, yüksek işsizlik ile kıskaca alma modelinin, bu nesnellikle bağdaşmayan ‘birey olma’, psikolojiyi keşfetme, kimlikler, cinsellik patlaması, hazzın doruklarında tüketme gibi söylem ve olgularla sürdürülmesiydi.
Buradaki ‘cinsellik patlaması’ yepyeni türde bir şeydi. T. Eagleton’un o muhteşem benzetmesiyle ‘artık seksi olan şey bizatihi seksin kendisiydi’. Her yıl yüzlerce porno film çekilen ‘70’lerin ortamından esasta farklıydı. İzbe sinema salonlarındaki ‘İsmet bu ne kısmet’ türü güldürü-pornosundan apayrı bir şeydi. Bu pornografikleşme “…medyanın, reklam ve eğlence sektörünün sağladığı dil sayesinde çok daha ’kültürlü’ bir nitelik kazanmıştı. Kendisini yasakla, gizlilikle, suçluluk duygusuyla ya da bütün bunları hafifletmesi beklenen bir komiklikle tanımlamış bir alt kültür olarak değil, kültürün kendisi olarak sunuyordu”*. Tüm toplumu iştaha getiren ‘gerçek seks’ vaadi şarkılardan türkülere, filmlere, dizilere hızla yayıldı. Çok yerinde nitelemeyle bu bir ‘kopma ayini’ydi**. Çok cin fikirli tarih, sanki işçi sınıfının devrimci enerjisini seks tanrısına kurban etme niyetindeydi.
Çok uzun süre bu tablo örgütsüz ve apolitik bir toplum için mükemmel bir düzenek gibi görünmüştü. Ta ki AKP iktidarı züccaciye dükkanına giren fil misali bu sahte ve de sancılı düzeneği yerle bir edene kadar. Kuşkusuz AKP, içinde debelendiği kültür ve de atmosfer gereği cinsel olanın gücünü bilmekteydi. Siyasal alana pornografi taşıma ya da cinsel hayata siyaset enjekte etme merakı başka türlü açıklanamaz.
Haziran Direnişi'yle birlikte gördüğümüz öfke, yukarıda bahsedilen modelin hayatla bağdaşmadığını, AKP’nin de buna bir alternatif sunamadığını ve hatta tersine yangına körükle gittiğini anlatmak ister gibiydi. İsyanın kişisel dilinden ‘birey olmuş’ toplumun yeni protesto biçimlerine, cinsel göndermelere, yeni hassasiyetlere pek çok konu yılların yatırımına inat hoppa ve de asi bir genç kız gibi karşımıza çıktı. Haziran Direnişi bir yönüyle yeni türde bir ‘kopma ayini’ydi. Kızlı erkekli denilerek açıktan flört yasakları, alkol yasakları, ecdadımızı gıdıklayan dizi yasakları, ağacının gölgesinde sevişme ihtimalimiz olan orman yasakları diye uzayıp giden yasaklar ülkesinde bir kopma ayini.
Tüm bu hengamede ‘cinsellik/ cinsel özgürlük’ konusu öyle ya da böyle tablonun bir parçası. O halde bir kez daha sormak gerekiyor. Nedir bu cinsellik meselesi? Ya da heveslisi için, yoksa iktidarlar buralarda mı kuruluyor?
Kuşkusuz cinsellik ve iktidar arasında Foucault gibi bütünlük ve özne fikrine rahmet okutan bir yapısalcılık ilişkisi kurmak bizim konumuz değil. Akademinin fildişi kulelerinde yeterince meraklısı var. Ne ki bugünün dünyasına bakıldığında ’68’in non-konformist gençlik hareketlerinden, radikal feminizmin söylemlerinden, yeni solun özgürlükçü virtüözlüğünden geriye pek bir şey kalmamış görünmektedir. Daha özelde Türkiye’ye bakıldığında militanları Ertuğrul Özkök ya da Duygu Asena gibilerinden oluşan liberal girdiler bayatlamıştır. Solda mal bulmuş mağribi gibi kadın, cinsellik, psikoloji konularına sardıranların dönemi kapanmıştır. Zamanında geleneksel solun meşru müdafaa hakkı ise bu hatta dönük en önemli girişimdi. Bugünse tüm bu meselelere, hele ki böylesine politize olmuşken daha müsterih bakma şansımız var. Örneğin her şey bir yana, Haziran Direnişi'yle birlikte görünürlüğü ve politizasyonu artan LGBTİ hareketi kimlik, gerici baskılar ve cinsel özgürlük gibi konuların esas taşıyıcısı olmuştur.
Feminist hareketin de önemli konularından biri olarak cinselliğin Marksistlerin tümden ilgi alanının dışında kaldığı düşünülmemeli. Bizatihi Marx ve Engels’in yazdıkları, W. Reich’ın 40 bin üyeli Sex-Pol deneyimi, Zetkin’in Kollantai’nin, Inessa Armand’ın yazıları güncellenmeye, tartışılmaya muhtaçtır. Bu da artık bir sonraki yazının konusu olsun.
* Nurdan Gürbilek, Kötü Çocuk Türk, Metis yayınları s.22
** Can Dündar, Yıldızlar, Can yayınları, s. 14,
**Bertell Olman, Diyalektik Soruşturmalar, Yordam kitap, s.153