28 Aralık 2011’de yaşanan Roboski Katliamı, son yıllarda devletin sivillere yönelik giriştiği en şiddetli operasyon olarak kayıtlara geçti. Hükümet ve bağlı kurumlar, “Yanlış istihbarat geldi,” “Ölenler arasında teröristler de vardı” gibi bahanelerle katliamı meşrulaştırmaya çalıştı, aradan geçen 400’ü aşkın günde ise ne yargı, ne de Meclis’te kurulan araştırma komisyonu, sorumluların tespiti ve cezalandırılması konusunda somut bir adım atmadı. Katliamda kardeşlerini, akrabalarını ve yakınlarını kaybeden Veli Encü ile Narin Ant, ölen 34 kişiyi, asker ve hükümet baskılarını, basın savaşını ve kayıtsızlığı Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattılar.
Röportaj: Doğu Eroğlu
Veli Encü: İsmim Veli Encü, 28 Aralık 2011’de Roboski’de devletin katlettiği Serhat Encü’nün
ağabeyiyim. Katliamda öz kardeşimi, 11 yakın akrabamı, toplam 34
yakınımı kaybettim. Katliamın üzerinden geçen 426 gün boyunca devlet
bizi iğrenç yalanlarla, bahanelerle yanılttı. Kurdukları komisyon sadece
tepkileri azaltmak içinmiş meğer. Ölen yakınlarımızı, kardeşlerimizi
suçlayıcı çabalarını gördük. Kendileri ise yağ gibi hep üste çıktılar.
Devlet bugüne dek hep olayı kapatmaya, meşrulaştırmaya çalıştı. Sanki 34
insan değil de, 34 tavuk ya da civciv ölmüş gibi davrandılar.
Katliam olduğu günden bu yana sadece
devletin tehditleri, baskılar, gözaltılar, para cezaları bitmek bilmedi.
Katliamda parmağı olan kişilerin yargılamasını beklerken, devlet bizi
yargılıyor. Biz bunları hak edecek hiçbir suç işlemedik. 5 bin nüfuslu
Gülyazı ve bin nüfuslu Roboski köylerinde dedelerimizin zamanından beri,
belki de 80 yıldır, halk geçimini “o faaliyet”ten kazanmakta. Basın diliyle “kaçakçılık” olarak adlandırılan iş, tamamen askeriyenin bilgisi dahilindedir.
Köyün geçimini sağlayan bu sınır ticareti nasıl gerçekleşiyor? Sizin de kaçağa gittiğiniz oldu mu?
V.E: 2006 yılında okul harçlığımı
çıkartmak için gittim. Oradan getirdiğimiz benzin ve mazotu günübirlik
ihtiyaçlar için köyümüzde satıyorduk. Hiçbir iş imkanının olmadığı,
tarım ve hayvancılığın yapılamadığı köylerde hayatın devamı için yapılan
bir faaliyet bu. 2006’da gittiğimde 40 katır yükü mazotla köye dönerken
asker bizi dar bir patikada sıkıştırdı. Yolumuzun askerler tarafından
tutulduğunu görmemize rağmen farklı bir yöne sapmadık. Askerlerin yanına
vardığımız zaman önce bize “Niye gidiyorsunuz, bu işi yapmanızı istemiyorsunuz”
türünden telkinlerde bulundular. Sonra 4 katır yükü mazotu verip
yolumuza devam ettik. Askerle yapılan pazarlıklar o işi kaçakçılıktan
çıkarmıştı. Biz vergimizi veriyorduk; vergi dairesine değil, karakola
ödeme yapıyorduk. Aradaki anlaşma gereği operasyon bilgisi geldiği zaman
komutanlar muhtarı, korucubaşlarını da haberdar ederlerdi.
28 Aralık 2011’e kadarki operasyonlar askerden alınan bilgi sayesinde mi atlatılıyordu?
V.E: Elbette. Yolun yarısı gidildikten sonra, “Devam etmeyin, operasyon var” diye
bilgi geliyor ve geri dönülüyordu. Asker muhtarı arıyor, kervan geri
dönüyordu. Ancak 28 Aralık 2011’de böyle olmadı. Madem bir istihbarat
vardı, o insanların orada olduğu bilindiği halde en korkunç bombalarla
paramparça edilmesi nasıl açıklanabilir? Kaçakçılığın cezası bu
olmamalıydı. Başbakan ve diğer hükümet yetkilileri olayı zaman zaman “istihbarat hatası”
olarak değerlendirse de, biz katliamın planlı yapıldığına inanıyoruz.
Bir istihbarat alınıyor, o bilginin ayrıntısı öğrenilmeden masum
insanlar öldürülüyor. Türkiye’de insan hayatı o kadar ucuz ki… 30
senedir süren savaşta olan hep sivillere oluyor.
Bölgenin geçimini bu yolla kazandığı askerlerce biliniyor. Hatta asker komisyon bile alıyor. Askerle köylünün bu ilişkisine rağmen alınan istihbarat nasıl operasyona dönüştü?
Narin Ant: Katliamda kardeşimi
kaybettim. Sağ kurtulanların anlattığına göre, yola çıkan grupların bir
kısmı bir şeyler duyup yarı yoldan dönmüşler. Zaten ölen 34 kişi en önde
giden grup. MİT’ten yapılan açıklamaya göre, 21 Aralık’ta köyde bir
toplantı yapılmış. O toplantıya kimler katıldı bilmiyoruz ancak köyden
bazı kişilerin operasyondan haberdar olduğunu düşünüyoruz. İlk bombalar
düştüğünde katliamda oğlunu kaybeden Ubeydullah Encü karakol komutanını arayıp, “Oradakiler köyün insanları. Bizim çocuklarımız orada, niye bombalıyorsunuz?”diye soruyor. Komutan da, “Orada kimlerin olduğundan haberimiz var. Operasyon korkutma amaçlı”
deyip telefonu kapatıyor. Olaydan iki ay önce OBÜS mermisi attıklarında
kardeşim kolundan yaralanmıştı. Bu olay üzerine kendisini gitmemesi
için uyardığımda, “Bize bir şey yapmıyorlar, korkutma amaçlı yapıyorlar”
cevabını vermişti. Olaydan hemen sonra karakol komutanının Ubeydullah
Encü’ye verdiği cevapla, kardeşimin söylediklerinin uyuşması beni
düşündürüyor. Demek ki askerlerle, samimi bir ilişkileri vardı, asker
oradakinin sivil halk olduğunu biliyordu.
V.E: Askerlerin bölgede olanlara
ne derece hakim olduğunu anlatabilmek için bir örnek vereyim. Korucu
olan bir babanın çocuğu 2006 yılında babasından habersiz kaçağa gidiyor.
O sırada babası da askerle birlikte başka bir yerde operasyonda.
Operasyondaki komutanlardan biri babaya gelip, “Senin çocuğun niye kaçağa gidiyor”
diye kızıyor. Baba şaşırıyor tabii, babası bilmiyor ama komutan oğlanın
kaçağa gittiğini biliyor. Bölge 24 saat termal kameralarla izleniyor.
Operasyonu yönetenler vur emrini vermeden önce Gülyazı Tugay Komutanı’nı
arasalardı, hatta bir onbaşıya bile sorsalardı, o akşamki saldırıya
hedef olan 38 kişinin kimlik bilgilerini bile alabilirlerdi. Katliamda
ölen Salih Ürek’in babası o gece askerle birlikte görevdeydi.
Baba devletin askeriyle birlikte operasyondayken, oğlu devlet tarafından
katlediliyor. Bu nasıl bir şeydir? O iki köydeki insanların geçim
kaynağı koruculuk ve kaçaktı. Askerle iç içe insanlardı.
Askerin veya devletin daha önce kaçağın sonlandırılmasına yönelik talepleri olmuş muydu?
V.E: 2009’da korucubaşı Mehmet Şerif Encü,
Van Kolordu Komutanı tarafından çağrıldı. Askerler, “O iki köydeki
kaçakçılığı asker ne yapsa önleyemiyoruz, siz önleyin” diyorlar. Mehmet
Şerif Encü de bölgede herhangi bir geçim kaynağı olmadığını, kaçağın
sona ermesinin tek yolunun yasal bir sınır kapısı yapılması olduğunu
söylüyor. Askerler de bu talebe olumlu baktıklarını söylediler ama hep
oyalandık. Türkiye Cumhuriyeti’nin o iki köye yaptığı tek yatırım 34
mezar oldu. Emine Erdoğan’ın Roboski’ye gelişinde muhtarın evine
giderken üzerinden geçtiği köprü bile yıkılmak üzere. Bugüne kadar
devlet o insanlar için hiçbir şey yapmadı.
Sınır kapısı taleplerinin görmezden gelinip bölgedeki operasyonların artırılmasının amacı ne? Bölge insansızlaştırılmak mı isteniyor?
N.A: Roboski, Kürt sorunundan
bağımsız değil. Bundan üç yıl önce bir minibüs, sigara kaçakçılığı
bahane edilerek askerlerce tarandı. Arabada sigara bulunmadığı halde,
askerler tugay komutanlığından getirdikleri sigaraları cinayeti
meşrulaştırmak için araca yerleştirdiler. O zaman gereken tepki verilmiş
olsaydı belki bugün 34 kişi öldürülmemiş olacaktı. Bu coğrafyada devlet
ve hükümet, acı ve işkence anlamına gelir. 1980’den sonra kaçağa
yönelik baskılar ve işkenceler hep arttı.
Operasyonun yapıldığı ilk andan itibaren, katliamda yaşamını yitirenler PKK ile ilişkilendirilmeye çalışılıyor. Başbakan’ın da ölenler için, “Sürekli sivil denmesini bir beyin yıkama hamlesi olarak görüyorum” diye açıklamaları oldu. Operasyonun yapıldığı yer PKK tarafından kullanılan bir rota mıdır? O bölgedeki sivilleri teröristlerle karıştırmak mümkün müdür?
N.A: PKK o güzergahı kullanmıyor.
Kaçakçılığın yapılacağı güzergah karakola çok yakın ve gözle de
görülebilen bir uzaklıkta. Katliamdan hemen sonra çekilen görüntülerde
de, olay yerinden karakol mevzilerinin görüş mesafesinde olduğu
anlaşılıyor zaten. Dolayısıyla PKK’lilerin oradan geçmesi mümkün değil.
Bunu ilk anda yalnızca devlet ve biz biliyorduk. Basın ve kamuoyu bundan
haberdar değildi. Dolayısıyla, “Ölenler teröristti” açıklamaları
ilk anda mantıksız gözükmedi. Halkı yanıltmaya çalıştılar. Başbakan
oradakilerin terörist olduğunu iddia ediyor ama ölenlerin üzerinde ne
bir mühimmat ne de bir silah bulundu. Bu durum otopsi raporlarıyla da
ortaya kondu. Yani yaşamını yitirenlerin sivil oldukları kesinlik
kazandı.
V.E: Aslında bu tartışma,
katliamdan bu yana devletin pozisyonundaki değişimi de gözler önüne
seriyor. Bugün yeniden ölen insanların arasında PKK militanları olduğu
söyleniyor. Madem ki ölenler arasında PKK militanları vardı, niye
Başbakan eşini, bakanını, bürokratlarını oraya gönderdi? Bu değişim,
içinde bulundukları telaşı, suçluluk psikolojisini gösteriyor. Katliamı
yapanlar kendilerini aklama çabasındalar.
Katliamı ilk haber alışınız nasıl oldu?
V.E: O sırada Adıyaman
Üniversitesi’nde öğrenciydim. Kardeşimle son konuşmamın üzerinden 5 gün
geçmişti. Herhangi bir ihtiyacım olup olmadığını sormuştu. Ben de ev
kiramdan 100 liranın eksik olduğunu, babamdan istediğimi ama
yollayamadığını söyledim. Kardeşim de, “Ben sana gönderirim” dedi. Bu cevabı alınca, “Köyde iş yok güç yok, nasıl gönderecek ki”
diye düşündüm, kafama takıldı yani. Son konuşmamız buydu. O sıralarda
kaçağa gidildiğini biliyordum ama kardeşimin de gideceğini tahmin
etmiyordum. Birkaç gün sonra sabaha karşı 4’te babam telefon açtı.
Telefonu açtığımda kardeşlerimin, annemin, akrabalarımın haykırışlarını,
ağlama seslerini duydum. Babam, “Öğretmenlerinden izin al. Burada kimseyi bırakmadılar. Herkesi katlettiler”
deyince telefonu elimden düşürdüm, inanmak istemedim. Hangi akrabamı
aradıysam herkesin bir kaybı, acısı vardı. Şaşırdım, korktum… Zaman
kaybetmeden yola çıktım. Köye vardığımda 34 kişinin cenazelerinin halı
sahada dizildiğini gördüm. Hiçbir devlet görevlisi yoktu, tüm köy
acısıyla baş başa bırakılmıştı. Cesetler katır sırtında taşınırken,
devletin helikopterleri tepelerinde tur atıyormuş. Ölenlerin sivil
olduğu bilinmesine karşın kimse yardım etmedi. Olayından ancak 10 gün
sonra vali, bakanlar gelmeye başladılar.
N.A: Olaydan haberdar olduğumda Mardin’de, okuldaydım. Olayın olduğu gece babam arayıp, “Ertesi sabah eve gel”
dedi. Ne olduğunu bile söylemedi. Sabah erkenden gittiğimde cenazelerin
otopsi işlemleri gerçekleştiriliyordu. O sırada ulusal basında hala
hiçbir şey yoktu. Olaydan ilk söz eden uluslararası basın kuruluşları
oldu. Sonrasında da Başbakan ve yetkililerin, “Bir grup terörist etkisiz hale getirildi” açıklamaları başladı.
Köy ilk şoku nasıl yaşadı?
N.A: Katliamdan sonra Roboski
yalnızlaştırıldı, acılar ötekileştirildi. Roboski’ye devletin tek bir
temsilcisi gelmezken, Antep’teki patlamadan sonra Başbakan ve
Cumhurbaşkanı’na dek tüm devlet erkanının bölgeye gitmesi bizi
psikolojik olarak çökertti. Devlet Roboski’de neredeydi? Olay olduğu
günden bu yana hala yas devam ediyor. En çok da çocuklar olumsuz
etkilendi; 3-4 yaşındaki çocuklar hala ağabeylerinin, akrabalarının
nerede olduklarını soruyorlar. Bir yandan da köylü tehditlerle,
baskılarla mücadele ediyor.
V.E: Türkiye’de polisin veya
askerin parmağı olan bir suç işlenirse, olay kamuoyundan saklanır.
Yaklaşık 12 saat boyunca medyanın olaya hiç yer vermemesi bundan. Ölen
kişi Kürtse ve olay Doğu’da olmuşsa, acılar hükümet ve basınca
ötekileştiriliyor.
Yaşamını kaybedenler için hükümetin açıkladığı tazminatlar, basında en çok tartışılan konuların başında geliyor. Kimileri tazminat miktarını çok bulurken, hükümet ise tazminat aracılığıyla sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. Roboskililer’in tazminat konusundaki değerlendirmesi nedir?
V.E: O insanların acılarını
parayla değil, adalet yoluyla dindirebilirsiniz. Devlet acılı aileleri
parayla susturmaya çalışıyor. Bu tip durumlarda önce ölen insanlar için
bir şey yapılır, sonra aileler düşünülür. Ama devlet böyle yapmadı; önce
23 bin TL, sonra da 100 bin TL önererek o insanları susturmaya
çalıştılar. İki ay önce AKP’li Mahir Ünal’la görüşmemizde, sorumluların cezalandırılmasını istediğimizi söyledik. Ünal’ın, “Bu listedeki 40 kişiye burs veriyorum, siz daha ne konuşuyorsunuz?” cevabı, acımızla alay etmektir.
N.A: Yeni Şafak yazarı Ali Aker, Başbakan’ın “Tazminatsa tazminat, daha ne istiyorsunuz”
açıklaması üzerine kaleme aldığı yazı yüzünden işinden oldu.
Başbakan’ın o sözlerinden sonra, kardeşlerimizin hayatlarına fiyat
biçerek olayın maddileştirilmesini kabul etmedik. Biz tazminatları kabul
etmeyince, devlet de farklı yollar denemeye başladı. Öğrencilere,
Veli’ye ve bana da, bilgileri dışında burslar bağlandı. Ankara’ya
gittiğimizde, “Siz daha ne konuşuyorsunuz, biz öğrencilerinize burs veriyoruz” diyorlar.
Katliamdan sonra giriştiğiniz adalet arayışında ne tip baskılarla karşılaştınız?
V.E: Ölen kardeşlerimizin hesabını sorarken, karakol komutanının tehditlerini işittik. Ağabeyimi, “Senin de günün gelecek”
diye tehdit ederek bizi davamızdan vazgeçirmeye çalıştılar. Eseri için
yaptığı araştırma dolayısıyla köye gelen bir edebiyatçı, ailelerle
görüştükten sonra katliamın olduğu yeri görmek istedi. Dört akrabamla
birlikte kendisini olay yerine götürdük. Dönüş yolundayken üzerimize
köpeklerini saldı, bizleri yere yatırarak aradılar. Bir de üzerine “sınır ihlali” yaptığımız gerekçesiyle para cezası aldık. Milliyet Gazetesi muhabiri Namık Durukan
da bölgeye geldi, kervanlarda gördükleriyle röportaj yapıp fotoğraflar
çekti. Milliyet muhabiri dilediğince geziyor ve ceza almıyor da niçin
Roboskililer’e para cezaları kesiliyor?
İki köyde yaşayanlar da, katliamdan önce
araya hatırlı kişileri koymalarına rağmen korucu olamıyorlardı.
Katliamdan sonra ise akli dengesi yerinde olmayan kişileri bile korucu
yapma girişiminde bulundular. Devlet, rüşvetle o insanları adalet
aramaktan vazgeçirmeye çalışıyor. Sağ kurtulanlardan Hasan Ürek, lise
mezunu bile olmamasına karşı vali tarafından memur kadrosuna alındı.
Ürek CNNTürk’e yaptığı açıklamalardan sonra Vali, “Bundan sonra hiçbir
kanala çıkma, bütün ihtiyaçlarını karşılayacağım, iş vereceğim” diyor.
Katliamdan sağ kurtulan, günlerce hastanede yatan ama bir rapor bile
alamayan Ürek, bu teklifi kabul ediyor.
N.A: İnsanların, olayların yıl
dönümünde Roboski’de gerçekleştirilecek anmaya katılmasını engellediler.
Otobüslerle bölgeye gelenler 6 noktada araçlardan indirildi, aramalar
yapıldı, “Roboski’ye gitmeyin” dendi. Anma gününü insansızlaştırmak istediler.
Ailelerin askerlerden işittiği tehditler bitmiyor. Komutanlar, “Farz edin ki biz öldürdük. Devlet biziz, ne yapabilirsiniz?”
diyorlar. Roboskili çocuklar için bir fotoğraf sergisi açılacaktı.
Ailelerden biri, etkinlik için kendi evini kullanıma sundu. Evin sahibi,
mayına bastığı için bir bacağını kaybetmiş, devlet yardımıyla geçinen
bir kişi. Komutan evin sahibine, “Evi onlardan almazsan sakat maaşını da keseceğiz” diyor. Ev sahibi korkup geri adım atıyor.
V.E: Bizzat karşılaştığım bir
başka olay da, ücretli öğretmen olarak göreve başlamamın ikinci gününde
işten çıkartılmam. Roboski ve yakın köylerde kadrolu öğretmen açığı
olduğundan, 2 yıllık ve 4 yıllık üniversite mezunları ücretli öğretmen
olarak görev yapıyorlar. Eylül 2012’de, amcamın oğluyla birlikte ücretli
öğretmen olmak üzere kaymakamlığa başvuruda bulunduk. Roboski’ye 40
kilometre uzaklıktaki Ortaköy’de yeni açılan bir okulda ücretli öğretmen
olarak göreve başlamamın ikinci günü okul müdürü tarafından çağrıldım
ve işime son verildi. Sebebini sorduğumda müdür, “Böyle olması gerekiyordu” gibisinden üstü kapalı cevaplar verdi. Roboskili olmam, Ferhat Encü’nün kardeşi olmam en büyük sebepti.
Önce ücretli öğretmen olarak başlatıp sonra işten çıkartmalarının sebebi ne?
V.E: Katliam olduğundan beri
sürekli telefonlarım dinleniyor. İşe başladığım gün, Aksiyon
Dergisi’nden iki kişinin Roboski’ye geldiğini öğrendim. Gazeteciler,
araştırmacılar ve sanatçılarla köyde belli kişiler ilgilenir. Hepimizin o
sırada işi olduğundan, Aksiyon’dan gelen kişilerle görüşebilecek
ailelerle telefon görüşmeleri yaptım. Aksiyon Dergisi’nin AKP ve
cemaatin çizgisinde yayın yaptığını biliyoruz, dolayısıyla konuştuğum
kişilere olanca açıklığıyla olayları anlatmalarını söyledim. İki gün
boyunca Roboskili ailelerle uzun uzun telefonda konuştuk. Hepsine, “Devlet
bize ne yaşattıysa, baskıları, gözaltıları, katliamın bilinçli
yapıldığını anlatın. Hiçbir şeyden korkmayın, açık açık, ayrıntılarıyla
anlatın” dedim. Bu konuşmaların işten atılmama sebep olduğunu düşünüyorum.
28 Aralık 2011’deki bombardımanın ardından hükümetin ciddi bir kamuoyu oluşturma kampanyası başladı. Baştaki karartmanın ardından, kamuoyu ölenlerin terörist olduğuna ilişkin demeçler ve “yanlış istihbarat” tartışmalarıyla oyalandı. Oyalama ve yanıltma stratejisi ne kadar sürdü?
V.E: Katliamın olduğu ilk günlerde devlet tarafından yalnız bırakıldık. Otopsiler ölenlerin sivil olduğunu işaret etmesine karşın, “Onlar teröristti”
iddiaları hemencecik bitmedi. Uludere Kaymakamı’nın uğradığı saldırı da
aslında kamuoyu yaratmak için oluşturulmuş bir oyundu. Devletin savaş
uçakları 34 insanı katletmişken, ailelere danışılmadan, tepedekilerin
talimatıyla, kaymakam halkın tepkisini ölçmek amacıyla öne sürüldü.
Kaymakamın ziyareti sırasında ortaya çıkan görüntüler bizim aleyhimize
oldu. Kaymakamı hem piyon olarak kullandılar, hem de sürgüne
gönderdiler.
N.A: Bakan Beşir Atalay olaydan üç gün
sonra taziye çadırından 5-6 kilometre uzaklıktaki bir eve gelip alakasız
kişilere başsağlığı diledi. Toplumu yanıltmak için bir çadır tiyatrosu
kurdular. “Biz o insanları yalnız bırakmadık” gibi bir görüntü
sundular ve basın da bu kampanyalara alet oldu. Daha hala Roboski
konuşulduğuna göre kamuoyunu yanıltma çabalarının başarısız olduğunu
görüyoruz. Başbakan hala, “Biz oradakilerin sivil mi terörist mi olduğunu anlayamıyoruz”
diye açıklamalar yapıyor. Madem anlayamıyorsun, daha ilk günden niçin
tazminat veriyorsun? Terör örgütü mensuplarına da tazminat ödüyor musun?
Devamlı kendileriyle çelişiyorlar.
Katliamdan bugüne geçen süreçte basının genel tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
V.E: Medya bizleri suçlamak ve bu
davayı kirletmek için her türlü şeyi yapmakta. Milliyet Gazetesi
muhabiri buraya geliyor, kaçaktaki insanların kimler olduğunu, PKK ile
ilgisiz kişiler olduklarını görüyor. Bu izlenimlerini yazdığı haber
gazetede yayınlanıyor. Bu haberin üzerinden bir ay geçmeden aynı
gazetede, “Ölenler arasında 2 PKK’lı vardı” diye haber çıkıyor.
Kendi muhabirinin gördükleri, yazdıkları ortadayken bu haberin yapılması
nasıl açıklanabilir? Medyanın bu tür savrulmalarına ne diyeceğimizi
bilemiyoruz artık. Akşam Gazetesi, olayın yıl dönümü yaklaşırken
insanları yıldırmak, mücadeleden vazgeçirmek için, “Roboskililer devletle barıştı”
diye tamamen hayal ürünü bir haber yapıyor. Üstelik gazeteden kimse
benimle görüşmemişken haberde benim yaptığım iddia edilen açıklamalara
yer veriliyor.
N.A: Devlet şu kadar öğrenciye
burs verdi, yurda yerleştirdi, şu kadar kişiyi işe aldı, şu kadar kişiyi
korucu yaptı diye bir liste çıkartmışlar. Roboski kaç liralık?
Tazminatı kabul ettiremedikleri için basın yardımıyla farklı yolları
zorluyorlar. Kamuoyuna, “İşin aslı sizin gördüğünüz gibi değil, tazminatı reddediyorlar ama bunları da kabul ediyorlar” mesajı veriyorlar.
Olayın üzerinden 430 güne yakın süre geçmesine rağmen 34 kişinin hesabı
hala verilemedi. Faillerin tespitine ve cezalandırılmasına ilişkin hangi
adımlar atıldı?
V.E: Olay olduktan kısa süre
sonra Meclis’te bir alt komisyon kuruldu. Köyleri ziyaret edip ailelerle
görüştüler. Acılı aileler en gerçek, en yalın halde yaşananları
komisyon üyelerine anlattılar. Bize, “Orada sizin çocuklarınız parçalandı ama bizim de yüreklerimiz parçalandı”
dediler, sorumluları tespit edeceklerinin sözünü verdiler. Duygu
sömürüsü yapıp, timsah gözyaşları döküp bizi aldattılar. Raporun 15 Mart
2012’de açıklanacağı söyleniyordu ama hala ortada rapor yok. Saçma
sapan gerekçelerle, yalanlarla raporun açıklanması ertelendi. O komisyon
Türkiye toplumunun ve uluslararası kamuoyunun tepkilerini azaltmak için
kuruldu. Bu olayın aydınlatılması, çözüme kavuşturulması için adli bir
inceleme yapma girişiminde bulunduklarına inanmıyorum. Komisyona hükümet
ve genelkurmay tarafından verilen bilgiler, 34 yakınımızı suçlayıcı
nitelikte. Hala işin içine PKK’yi katıp olayı meşrulaştırmaya
çalışıyorlar. Roboski katliamının ardından mahkemelerin, hakim ve
savcıların hiçbir şey yapmaması, bu ülkedeki adaletin farklı insanlar
için farklı işlediğini gösteriyor. Eğer Kürtsen ve devlet tarafından
öldürülürsen, devlet kendini haklı çıkartabilmek için her türlü yalanı
uydurur.
N.A: Atılan tek somut adım,
komutanın görev yerinin değiştirilmesidir. Başka hiçbir yaptırım olmadı.
Komisyon da, halkı yanıltma ve zamana yayarak katliamı unutturma
çabasının ürünü. Son açıklamaları, istihbaratı ve emri verenleri
açıklamayacakları yönündeydi. İyi de, zaten bizim sorguladığımız nokta o
ikisi. Onu da açıklamayacaksan ne söyleyeceksin? Raporda ölen
çocukların hayatını mı yazacaksın? Diyarbakır Barosu’na başvurduğumuzda
bize dosyada gizlilik kararı olduğunu, soruşturmaya ilişkin bilgi
alamadıklarını söylediler. Uludere Alt Komisyonu Başkanı AKP’li İhsan Şener’e sorduğumuzda da “Gereken bilgiler Diyarbakır’dan gelmedi, dosyada eksiklikler olduğu için raporu açıklayamıyoruz” yanıtını aldık. Topu herkes başkalarına atıyor.