Müfredat Süryani bilmez, Ermeni ve Kürt düşmandır, haindir. Alevi, Rum, Yahudi kültürü, varlığı değil, ihaneti ve önyargıyı kuşanır. Onca kan dökülürken şiiri, müziği bilmenin imkânı kalmaz. Söz birbirine ulaşmaz
Sam in Yazı filminde sürü den farklı olan Richie, günah keçisi ilan ediliyordu.
Nefretin gölgesi, öyle serin ağaç gölgesine benzemiyor. Islak, küflü ve dondurucu. Nefes aldırmıyor, taş kesiliyorsun. Nefretin gölgesini mutlaka kan izliyor. Dökülen ya da biriktirilen kan. Kan gölgeyi, gölge kanı koyulaştırıyor gitgide.
Ve hep bir öncesi var, kanın da nefretin de öncesi… O ilk tohum vakti. Tek tip eğitimin farklı olan herkesi, her şeyi öteleyen yapısı, popülist medyanın ayrımcı, hedef gösterici yayınları, yargının linçlere kişilik katline ve toplumsal isteriye meşruiyet kazandıran dışlayıcı kararları. Dünyanın neresinde olursa olsun, nefret işte böyle bir iklimde serpiliyor. Sonrası o bildik koyu karanlık.
Sinemanın karanlığında, kötüye savaş açan, kendi de kötülüğe bedel vermiş olan bir süper kahramanın filminde üzerinize ateş açıldığını hayal edin. ABD ’nin Colorado eyaletinde Batman serisinin ‘Kara Şövalye Yükseliyor’ adlı son filminin galasında James Holmes gözyaşartıcı bomba, yarı otomatik tüfek, av tüfeği ve bir tabancayla 12 kişiyi işte böyle öldürdü, 58 kişiyi işte böyle yaraladı. İnsanlar kanı görene kadar saldırıyı gösteri zannetmiş. Saldırıdan yaklaşık 2 ay önce silahları satın almaya başlayan, son olarak internet üzerinden 6 bin mermi sipariş eden Holmes, 24 yaşında bir nöroloji doktorası öğrencisi. Evi bubi tuzakları, patlayıcılar ve ne olduğu bilinmeyen sıvılarla dolu çıktı. Çevresine sorsan utangaç ve nazik biri.
Onu izlerken Spike Lee’nin 1999 yapımı kara mizah şaheseri Summer of Sam/Sam’in Yazı filmini hatırladım. Gerçek bir hikâyeye dayanan filmde, 1977 yazında tarihinin en bunaltıcı sıcaklarını yaşayan New York’ta bir seri katilin arka arkaya işlediği kadın cinayetleriyle bunalan ve çığırından çıkan mahalle sakinlerini izleriz. Katil o en nazik, en utangaç insanlardan biri çıkarken, sürek avı başlatan ahali, mahallenin kara koyunu punk Ritchie’yi gözüne kestirir. Ayrıksı tiplerin fenomen aktörü Adrien Brody’nin canlandırdığı Ritchie, sevdiği müziği yapabilmek için gey barlarda sahneye çıkan, insanların düzene sorgusuz biat edişini protesto etmek amacıyla boynunda köpek tasmasıyla dolaşan genç bir adamdır. Aslında kendi içinde en tutarlı insan da odur ama önyargı ve iftiralarla kuşatıldıkça, isteri de dozunu arttırdıkça hedef tahtasına o oturtulur. Çünkü farklı olmak günah keçisi ilan edilmeye yeter.
Kadimden beri
Bu toprakların bin altı yüz yıllık tarihini simgeleyen, Mor Gabriel Manastırı’nı kendi arazisinde işgalci ilan eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da farklıyı günah keçisi ilan etti. Gerekçeli kararda manastırın bu arazilerin kendisine ait olduğunu ‘duraksamaya yer bırakmayacak’ şekilde kanıtlayamadığı belirtilmiş. Bilirkişi olarak dinlenen kişilerin de arazilerin manastıra ait olduğu yönündeki ifadelerine, “yaşları nedeniyle” itibar edilmediği vurgulanıyor.
Hatırlanacağı üzere, Midyat’taki mahkeme manastırın 1937 yılından bu yana söz konusu arazilerle ilgili vergi ödediğini, “kadimden beri” kilisenin malı olduğunu belirterek davayı reddetmişti. Kadimden beri sözü, kendi içinde zaman ve mekânı aşan bir meşruiyet belirtir oysa. Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün’ün karara ilişkin açıklaması o meşruiyetin ifadesi aslında: “Mahkemece bilirkişi olarak dinlenilen kişiler buraları adım adım bilen kişiler. Bölgeye son derece hâkim kişiler. Ayrıca buranın tarihini de bilen kişiler. Yargıtay’a göre biz haklılığımızı kanıtlamak için 120 yaşında bir bilirkişi mi bulacağız? Bu yorum açıkça ‘Siz ne yaparsanız yapın ben bu araziyi manastıra vermeyeceğim’ demekten başka bir şey değildir. Kararda ‘Dava konusu 12 parça arazinin yüz ölçümleri, yeri belirtilmemiştir’ deniliyor. O zaman biz de ‘Beyannamede belirtilen arazilerimiz nerede?’ diye soruyoruz. Madem bu araziler bize ait değil peki beyannamede yer verilen arazilerimiz nerede? Dolayısıyla gerekçeli kararın zorlama olduğunu düşünüyoruz.”
Cegerxwin yabancı mıdır?
Ortalık zorlama kararlardan geçilmiyor ki zaten… Bir diğer mahkeme kararında Diyarbakır merkez Kayapınar ilçesinde Belediye Meclisi’nce Kültür Merkezi’ne verilen ünlü Kürt şair ‘Cegerxwîn’ adı ile 19 parka verilen Kürtçe isimler, İdare Mahkemesi tarafından kaldırdı. Mahkeme, kararında şu ibretlik esaslar maddesini referans gösterdi: “ ...Mahalle, sokak, cadde, bulvar, meydan ve benzeri yerlerin adları, anayasanın temel ilkelerine, yürürlükteki mevzuata, genel ahlaka aykırı, ayrımcılığa ve bölücülüğe yol açabilecek nitelikte tespit edilemez. Yabancı dil kurallarına göre teşkil edilmiş kelime ve ifadeler ile çirkin, müstehcen ve gülünç adlar konulamaz.”
‘Cegerxwîn’ adı TDK sözlüğünde bulunamamış ama daha vahimi çağdaş Kürt şiirinin ünlü isminin bize bu denli yabancı oluşudur. Müfredat Süryani bilmez, Ermeni ve Kürt düşmandır, haindir. Alevi , Rum, Yahudi kültürü, varlığı değil, ihaneti ve önyargıyı kuşanır. Onca kan dökülürken şiiri, müziği bilmenin imkânı kalmaz. Söz birbirine ulaşmaz. Biri diğerinin acısıdır artık. Her cenaze nefreti bileyler. Her ağıt bir sonraki kaybı da söyler sanki. Ve herkes kendini acısıyla bir başına bırakılmış hisseder. Çünkü zaten paylaşılan acıdan nefret değil anlayış ürer. Cumhurbaşkanının iftar yemeğine katılan şehit ailelerinin boşluğa dikili gözlerinde vardı o bir başınalık. KCK davalarının hapishanelerde aylardır kaybettiği, delilsiz, gerekçesiz örgüt üyesi ilan ettiği insanların bakışlarında vardı o bir başınalık.
Bu yaz bu denli bunalıyorsak, sebebi o nemli havalar değil sadece. Nefretin gölgesi karartıyor içimizi. Haksızlığın infiali kabartıyor yüreklerimizi. İyi bakalım o ilk tohumlara. Nerelere, kimler ekti? Köküne inmeden şifa, paylaşmadan huzur yok kimseye. Hiçbirimize.
Ve hep bir öncesi var, kanın da nefretin de öncesi… O ilk tohum vakti. Tek tip eğitimin farklı olan herkesi, her şeyi öteleyen yapısı, popülist medyanın ayrımcı, hedef gösterici yayınları, yargının linçlere kişilik katline ve toplumsal isteriye meşruiyet kazandıran dışlayıcı kararları. Dünyanın neresinde olursa olsun, nefret işte böyle bir iklimde serpiliyor. Sonrası o bildik koyu karanlık.
Sinemanın karanlığında, kötüye savaş açan, kendi de kötülüğe bedel vermiş olan bir süper kahramanın filminde üzerinize ateş açıldığını hayal edin. ABD ’nin Colorado eyaletinde Batman serisinin ‘Kara Şövalye Yükseliyor’ adlı son filminin galasında James Holmes gözyaşartıcı bomba, yarı otomatik tüfek, av tüfeği ve bir tabancayla 12 kişiyi işte böyle öldürdü, 58 kişiyi işte böyle yaraladı. İnsanlar kanı görene kadar saldırıyı gösteri zannetmiş. Saldırıdan yaklaşık 2 ay önce silahları satın almaya başlayan, son olarak internet üzerinden 6 bin mermi sipariş eden Holmes, 24 yaşında bir nöroloji doktorası öğrencisi. Evi bubi tuzakları, patlayıcılar ve ne olduğu bilinmeyen sıvılarla dolu çıktı. Çevresine sorsan utangaç ve nazik biri.
Onu izlerken Spike Lee’nin 1999 yapımı kara mizah şaheseri Summer of Sam/Sam’in Yazı filmini hatırladım. Gerçek bir hikâyeye dayanan filmde, 1977 yazında tarihinin en bunaltıcı sıcaklarını yaşayan New York’ta bir seri katilin arka arkaya işlediği kadın cinayetleriyle bunalan ve çığırından çıkan mahalle sakinlerini izleriz. Katil o en nazik, en utangaç insanlardan biri çıkarken, sürek avı başlatan ahali, mahallenin kara koyunu punk Ritchie’yi gözüne kestirir. Ayrıksı tiplerin fenomen aktörü Adrien Brody’nin canlandırdığı Ritchie, sevdiği müziği yapabilmek için gey barlarda sahneye çıkan, insanların düzene sorgusuz biat edişini protesto etmek amacıyla boynunda köpek tasmasıyla dolaşan genç bir adamdır. Aslında kendi içinde en tutarlı insan da odur ama önyargı ve iftiralarla kuşatıldıkça, isteri de dozunu arttırdıkça hedef tahtasına o oturtulur. Çünkü farklı olmak günah keçisi ilan edilmeye yeter.
Kadimden beri
Bu toprakların bin altı yüz yıllık tarihini simgeleyen, Mor Gabriel Manastırı’nı kendi arazisinde işgalci ilan eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da farklıyı günah keçisi ilan etti. Gerekçeli kararda manastırın bu arazilerin kendisine ait olduğunu ‘duraksamaya yer bırakmayacak’ şekilde kanıtlayamadığı belirtilmiş. Bilirkişi olarak dinlenen kişilerin de arazilerin manastıra ait olduğu yönündeki ifadelerine, “yaşları nedeniyle” itibar edilmediği vurgulanıyor.
Hatırlanacağı üzere, Midyat’taki mahkeme manastırın 1937 yılından bu yana söz konusu arazilerle ilgili vergi ödediğini, “kadimden beri” kilisenin malı olduğunu belirterek davayı reddetmişti. Kadimden beri sözü, kendi içinde zaman ve mekânı aşan bir meşruiyet belirtir oysa. Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün’ün karara ilişkin açıklaması o meşruiyetin ifadesi aslında: “Mahkemece bilirkişi olarak dinlenilen kişiler buraları adım adım bilen kişiler. Bölgeye son derece hâkim kişiler. Ayrıca buranın tarihini de bilen kişiler. Yargıtay’a göre biz haklılığımızı kanıtlamak için 120 yaşında bir bilirkişi mi bulacağız? Bu yorum açıkça ‘Siz ne yaparsanız yapın ben bu araziyi manastıra vermeyeceğim’ demekten başka bir şey değildir. Kararda ‘Dava konusu 12 parça arazinin yüz ölçümleri, yeri belirtilmemiştir’ deniliyor. O zaman biz de ‘Beyannamede belirtilen arazilerimiz nerede?’ diye soruyoruz. Madem bu araziler bize ait değil peki beyannamede yer verilen arazilerimiz nerede? Dolayısıyla gerekçeli kararın zorlama olduğunu düşünüyoruz.”
Cegerxwin yabancı mıdır?
Ortalık zorlama kararlardan geçilmiyor ki zaten… Bir diğer mahkeme kararında Diyarbakır merkez Kayapınar ilçesinde Belediye Meclisi’nce Kültür Merkezi’ne verilen ünlü Kürt şair ‘Cegerxwîn’ adı ile 19 parka verilen Kürtçe isimler, İdare Mahkemesi tarafından kaldırdı. Mahkeme, kararında şu ibretlik esaslar maddesini referans gösterdi: “ ...Mahalle, sokak, cadde, bulvar, meydan ve benzeri yerlerin adları, anayasanın temel ilkelerine, yürürlükteki mevzuata, genel ahlaka aykırı, ayrımcılığa ve bölücülüğe yol açabilecek nitelikte tespit edilemez. Yabancı dil kurallarına göre teşkil edilmiş kelime ve ifadeler ile çirkin, müstehcen ve gülünç adlar konulamaz.”
‘Cegerxwîn’ adı TDK sözlüğünde bulunamamış ama daha vahimi çağdaş Kürt şiirinin ünlü isminin bize bu denli yabancı oluşudur. Müfredat Süryani bilmez, Ermeni ve Kürt düşmandır, haindir. Alevi , Rum, Yahudi kültürü, varlığı değil, ihaneti ve önyargıyı kuşanır. Onca kan dökülürken şiiri, müziği bilmenin imkânı kalmaz. Söz birbirine ulaşmaz. Biri diğerinin acısıdır artık. Her cenaze nefreti bileyler. Her ağıt bir sonraki kaybı da söyler sanki. Ve herkes kendini acısıyla bir başına bırakılmış hisseder. Çünkü zaten paylaşılan acıdan nefret değil anlayış ürer. Cumhurbaşkanının iftar yemeğine katılan şehit ailelerinin boşluğa dikili gözlerinde vardı o bir başınalık. KCK davalarının hapishanelerde aylardır kaybettiği, delilsiz, gerekçesiz örgüt üyesi ilan ettiği insanların bakışlarında vardı o bir başınalık.
Bu yaz bu denli bunalıyorsak, sebebi o nemli havalar değil sadece. Nefretin gölgesi karartıyor içimizi. Haksızlığın infiali kabartıyor yüreklerimizi. İyi bakalım o ilk tohumlara. Nerelere, kimler ekti? Köküne inmeden şifa, paylaşmadan huzur yok kimseye. Hiçbirimize.