Zulümdür bu toprakların kaderi, yüzyıllardan beri.
Zalim hükümdarların biri gider, biri gelir.
Büyük zalimlerin mağrur ve kaygısız ayaklarına uzanan eziyet merdivenlerinin her birinde irili ufaklı birçok zalim vardır.
En fazla zulme uğrayanlar en kalabalık olanlardır. Kalabalıklar zalimlerine delicesine tutkundur. Onların tek bir haykırışıyla alkış fırtınaları koparırlar. Ölmeye, öldürmeye koşarlar tek bir sözle.
Bazen hayır demeye çalışanlar çıkar. İsyan bayrağı dalgalanmaya başlar.
O zaman buyruklar, emirler, kurallar, yasalar ve yasaklar seferber olur. Polisi, askeri, savcısı, hakimi isyancıların üzerine çullanır.
Kimi içeri atılır, kimi dışarı kaçar, kimi işkence tezgâhına yatırılır, kimisi de kurban edilir, sürüp gitsin diye bu zulüm.
Kurbanlardan geriye birer acı bulutu kalır. Gözyaşı yağmurları yağdırır o bulutlar yıllar boyunca.
O bulutların adı anadır.
Evlatsız analardır zulüm memleketlerinin kahrını çeken suskun kahramanlar.
* * *
Evlatlardan geriye bazen bir kanlı gömlek kalır...
Bazen bir hüzünlü mektup ya da veda dizeleri...
"Bağışla beni güzel annem
Oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
Eller değsin istemedim, gözler değsin istemedim
Ağlayıp koklayacaktın belki bir ömür taşıyacaktın boynunda
Yaşamak ağrısı asıldı boynuma oysa türkü tadında yaşamak isterdim
Ölmek ne garip şey anne…"
Kara toprak bazen, ıssız rüzgârlarda üşüyen bir mezar...
Bazen o bile kalmaz; mezarsızlıktır, cenazesizliktir elde avuçta kalan...
Hayatın anlamsızlığında kaybolmak kalır cesetleri buharlaşmış evlatların ardından...
Ağlamak kalır, kahrolmak kalır, isyan etmek kalır hem avazı çıktığınca sesli, hem de yürek parçalayacak ölçüde sessiz...
* * *
Berfo Ana bu kayıp analarının en başta gelen sembollerinden biridir.
Tam bir yıl önce, 21 Şubat 2013'te öldüğünde 33'ü oğul acısıyla geçen 105 yıllık bir ömrü geride bırakmıştır.
Onun uzun hayatında en önemli tarih, ne doğduğu 1908'in İkinci Meşrutiyeti, ne birinci ve ikinci dünya savaşları, ne cumhuriyetin ilanı, ne de hükümdarların geliş ve gidiş günleridir.
13 Eylül 1980'de evlerinin basılması, küçük oğlu Cemil Kırbayır'ın gözaltına alınmasıdır:
"Son defa ‘Cemil’ dedim, o da ‘Anne’ dedi; bir daha göremedim yavrumun yüzünü…"
8 Ekim'de devletin resmî tutsak evinde kaybolur Cemil. "Yok", derler, "kayboldu", derler, "bilmiyoruz", derler. Ve küçük bir eşya misali kaybederler aslan gibi delikanlıyı.
Berfo Ana yıllarca, on yıllarca oğlunu arar. Bekler; kapısını kapamadan, evinin duvarını boyamadan bekler. İsyan eder.
"Hiç olmazsa mezarını gösterin", der. Oğlundan kalan kemiklere kavuşmaya bile razıdır.
Ama devlet oralı değildir.
Cemil'in varlığıyla yokluğu devleti ilgilendirmez pek.
Bir gün devletin ta tepelerine, Başbakan Erdoğan'ın karşısına çıkar Berfo Ana. O Başbakan ki, bir vakitler onun çileli hayatıyla sıkı bir belagat senaryosu yazmış, 2-3 bakanı ağlatmıştır bile.
Berfo Ana, evladının mezarına kavuşma umuduyla görüşmeden çıktığında, aslında devletin mahkemesinin 2002'de "takipsizlik" kararı vererek zaten pek takip etmediği oğlunun dosyasını karanlık dehlizlere fırlattığını bilmemektedir.
"Oğlumu gömmeden ölmeyeceğim" der Berfo Ana. Epeyce de direnir. Ama sonunda dayanamaz ve amacına ulaşamadan ölür.
Kim bilir, belki de böylelikle kavuşur Cemili'ne. Son nefesle birlikte devlet zulmünün artık ulaşamadığı bir yerde.
* * *
Berfo Ana'sız geçen bir yıl, keşke kayıpların, "cumartesi anaları"nın ve devlete kurban verilen evlatların sayısının azaldığı bir dönem olsaydı.
Ama olmadı.
Tersine...
Giderek kalabalıklaşıyor acılarımız.
İşte 105 yaşındaki Berfo Ana...
Yanında 18 yıldır oğlu Metin Göktepe'nin mezarı başında adalet bekleyen 77 yaşındaki Fadime Göktepe...
Arkadan kol kola girmiş genç ölülerin (Ahmet Atakan'ın, Abdulah Cömert'in, Ali Korkmaz'ın ve ötekilerin) anneleri Emsal Atakan, Hatice Cömert, Emel Korkmaz ve hızla yaşlanıp önce Fadime Teyze'ye, sonra da Berfo Ana'ya benzeyecek olan diğer kadınlar...
Acılar katmerleniyor.
Daha da ağırlaşacak muhtemelen.
Çünkü kaderdir bu topraklarda zulüm.
Ve zalimler isyan korkularını bastırmak için isyancıları yok etmek zorundadırlar.
* * *
Kayıplar ve kayıp analarıyla ilgili çok yazı yazıldı. Ve maalesef daha çok yazılacağa benzer.
Ben son demlerinde konuşma, sesini duyma şansına eriştiğim Berfo Ana'yla ilgili daha önce iki yazı yazmıştım: "Berfo Ana ve Devlet Baba" ve "Berfo Ana'nın ardından: Bir günlüğüne dindar olmak istiyorum"
İkincisini Ahmet Kaya'nın seslendirdiği bir hüzünlü şarkıyla bitirmiştim:
"Şu dağlarda kar olsaydım olsaydım
Bir asi rüzgâr olsaydım olsaydım
Arar bulur muydun beni beni
Sahipsiz mezar olsaydım olsaydım..."
Yine aynı şeyi yapmak istiyorum izninizle: