Wednesday, April 10, 2013

Gölge Resimler: Bruno Schulz


 Gölge Resimler: Bruno Schulz
“Bazı çirkinlikleri boya ile örtmemiz mümkün, ancak çekilen acıları ve yapılan insanlık dışı davranışları örtebilecek güçte birşey var mıdır acaba?”

Sibel FRANKO

Yönetmen Benjamin Geissler, 2001 yılında  çok geniş çaplı araştırmalar sonucunda amacına ulaşmış ve yazar Bruno Schulz tarafından yapılan fresklerin izini bulmuş,onların Ukrayna’daki bir villanın duvarlarındaki pembe boyaların altından ortaya çıkmasına ön ayak olmuştur.
Bruno Schulz, 1892 yılında Ukrayna’nın batısında Galiçya’nın küçük bir şehrinde, Drohobycz’de, bir kağıt tüccarının en küçük oğlu olarak dünyaya gelir; Viyana’da resim ve Lemberg’de mimarlık okur. Otuzlu yıllarda gittiği Paris’te Goya, Suihaga ve Felicien Rop gibi ressamların resim sanatına hayranlık duyar. Yaşamının büyük bölümünü Drohobycz’de resim öğretmenliği yaparak, yoksul ve kendi halinde biri olarak sürdürür.Dış dünya ile bağlantısı yok denecek kadar azdır.  Yazıları ve resimleri Drohobycz’in gerçeklerini yansıtmaktadır. Yazıları adet olarak az, ancak kalite ve konu içeriği olarak çok zengindir.
Bruno Schulz, arkadaşına yollamış olduğu mektuplardaki akıcı dili, yalnız yaşamını  ifade etme tarzı ile ünlü romancı Zofia Nalkowska’nın ilgisini çeker ve tarafından  desteklenir. Schulz edebiyat dünyasına tamamen şans eseri olarak ilk kez, 42 yaşında, Tarçın Dükkânları’nın (1934) yayımlanmasıyla ayak basar. Ardından Kum Saati Burcundaki Sanatoryum, (1937) Kuyruklu Yıldız ve diğer öyküleri yayımlanır. Öykü kitapları Schulz’a ün ve saygınlık kazandırır. Polonya Edebiyat Akademisi’nce ödüllendirilir. Schulz’un “Mesih” adlı bir roman yazdığı, ancak bunun Polonya işgali sırasında kaybolduğu ileri sürülmektedir. 1936’da Franz Kafka’nın “Dava”’sını da Lehçe’ye çeviririr. Schulz, “Kum Saati Burcundaki Sanatoryum, (1937)” adlı eserinin tüm resimlerini çizer. Kitabın illüstrasyonlarından başka  değişik konuları içeren birkaç yüz resmi vardır.  Bu resimlerin büyük bir bölümü, yaklaşık üçyüzden fazlası,  Varşova Adam Mickiewicz Edebiyat müzesinde bulunmaktadır. UNESCO, 1992 yılını, ünlü Krokodil Sokağı adlı eserin yazarı Schulz’un 100. doğum ve 50. ölüm yılı olarak ilan eder.
1939 yılında II. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Almanların Drohobycz’i istila etmesi ile sanatçı, Yahudi olduğu için gettoda yaşamaya zorlanır. Bruno Schulz SS subayı Felix Landau sayesinde bir süre hayatta kalmayı başarır. Landau, Schulz’taki yeteneğin farkına varır ve çocuklarına eğlence olsun diye kaldığı villanın duvarlarına resimler yaptırır. Ama bu resimler yalnızca hazin sonu  geciktirir ve 19 Kasım 1942’de Schulz, Landau’nun rakibi olan bir Alman Subayı tarafından öldürülür. Nazi Landau’nun evinin duvarlarını süsleyen Freskler de ölümünden sonra gerçeklerin gün ışığına çıkmasını engellemek istercesine boya ile kapatılır.
Freskler unutulur, yerlerini bilen kimse yoktur. Ta ki, yönetmen Benjamin Geissler’in babası oğluna bu fresklerden bahsedene kadar. Greissler 2001 yılının başında bu yapıtların izine düşer. 9 Şubat’ta, bugün artık Ukrayna sınırları içinde olan Drohobycz’teki villada, pembe bir boya tabakasının altında, aranan bulunur.
Fresklerin ortaya çıkarılış öyküsünü konu alan belgesel, Schulz’un son resimlerini gün ışığına çıkarır. Mayıs ayında, Kudüs’teki Yad Vaşem Müzesi’nden görevliler bu yapıtlardan önemli parçaları gizlice alıp İsrail’e götürürler. Bu da dünya çapında polemiklere yol açar. Ukrayna’da kalan parçalar, Varşova, Wroclaw ve Gdansk’ta sergilendikten sonra, 13 Ekim 2004-23 Ocak 2005 tarihleri arasında, Paris Yahudi Sanatı ve Tarihi Müzesi’ne taşınır. İsrail’dekiler ise , Yad Vaşem Holokost Müzesi’nin yeni kanadında sergilenir.
Geissler ve babası,  Bruno Schulz’un yapıtlarını ne şartlar altında yapıldığını, sanatçının Nazilerin tek kurbanı olmadığını, o bölgede 15.000 Yahudinin öldürüldüğünü biliyorlardı. Geissler, küçük bir öyküyle şöyle sürdürüyor anlatımını: “1930’ların başında Bruno Schulz bir lisede resim öğretmenliği yapıyordu. Yoksul Drohobycz bölgesinin bir resmini yaptı. Öğrencileri ona: ‘Neden bu resmi yaptın?’ diye sorduklarında, ‘Çünkü çok yakında yok olacak, haritadan silinecek’, diye yanıt verdi. Öyle ya da böyle, sonuçta bu gerçekleşti.”

Schulz, haritadan silinecek olanın resmini yaptı, kendi haritasından silinecek olanların. Kabuklu, kapalı, ölümlü dünyasını çizdi. “Resimleri SS subayı için yapmıştı, evet, ama aslında Yahudi soykırımını resmediyordu”, diyor Geissler. “Bu Bruno Schulz’un son işi, bununla bir ileti vermek istiyordu. Drohobycz’te Shoah’yı resmetti o. Örneğin, Ukrayna’da kalan parçalardan birinde, pekâlâ Felix Landau olduğunu düşünebileceğimiz  bir süvari çizmiş. Sonra bir kraliçe var, bu da Landau’nun önce metresi, sonra da karısı olan Gertrude Segel olabilir. Yine Ukrayna’daki başka bir parçada ise bir orman görülüyor. 15000 Yahudi’nin kurşuna dizildiği Bronica Ormanı olabilir buradaki orman. Ayrıca Yahudilerin kurşuna dizileceği yeri seçen de Felix Landau. Yad Vaşem’de bulunan parçalardan birinde de, Bruno Schulz’un otoportreleriyle yadsınamaz bir benzerlik sergileyen bir arabacı var. Bu resimleri gördükten sonra, onları bir araya getirmenin sadece sanat tarihi açısından değil, Shoah araştırmaları açısından da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu son resimlerle Bruno Schulz bize ne demeye çalışıyordu?
Duvar resimleri her zaman bir dönemin, bir çağın iletileri, yansımaları olarak görüldü, ister mağaraların, ister tapınakların, isterse villaların duvarlarını “süslesin”. Bir resmin, üstelik zorla yaptırılan bir resmin, tanıklık değeri olmasa bile, değişik durum ve koşullar altında, fısıltıyla dahi olsun, söyleyeceği birşeyleri vardır. Siparişi verene, hatta belki ressamına bile sezdirmeden, içgüdüsel olarak, elden başka birşey gelmediği için. Belki de sadece “buradaydım” diye yazmak istemek için... “Onlar da buradaydı” demekten kendini alıkoyamadan….
Art History Institute of the Catholic University of Lublin
Faculty of Art Theory and the History of Artistic Doctrines
January 2003