“Bazı
çirkinlikleri boya ile örtmemiz mümkün, ancak çekilen acıları ve yapılan
insanlık dışı davranışları örtebilecek güçte birşey var mıdır acaba?”
Sibel FRANKO
Yönetmen
Benjamin Geissler, 2001 yılında çok
geniş çaplı araştırmalar sonucunda amacına ulaşmış ve yazar Bruno Schulz
tarafından yapılan fresklerin izini bulmuş,onların Ukrayna’daki bir villanın
duvarlarındaki pembe boyaların altından ortaya çıkmasına ön ayak olmuştur.
Bruno Schulz,
1892 yılında Ukrayna’nın batısında Galiçya’nın küçük bir şehrinde, Drohobycz’de,
bir kağıt tüccarının en küçük oğlu olarak dünyaya gelir; Viyana’da resim ve
Lemberg’de mimarlık okur. Otuzlu yıllarda gittiği Paris’te Goya, Suihaga ve
Felicien Rop gibi ressamların resim sanatına hayranlık duyar. Yaşamının büyük
bölümünü Drohobycz’de resim öğretmenliği yaparak, yoksul ve kendi halinde biri
olarak sürdürür.Dış dünya ile bağlantısı yok denecek kadar azdır. Yazıları ve resimleri Drohobycz’in
gerçeklerini yansıtmaktadır. Yazıları adet olarak az, ancak kalite ve konu
içeriği olarak çok zengindir.
Bruno Schulz,
arkadaşına yollamış olduğu mektuplardaki akıcı dili, yalnız yaşamını ifade etme tarzı ile ünlü romancı Zofia
Nalkowska’nın ilgisini çeker ve tarafından
desteklenir. Schulz edebiyat dünyasına tamamen şans eseri olarak ilk
kez, 42 yaşında, Tarçın Dükkânları’nın (1934) yayımlanmasıyla ayak basar.
Ardından Kum Saati Burcundaki Sanatoryum, (1937) Kuyruklu Yıldız ve diğer
öyküleri yayımlanır. Öykü kitapları Schulz’a ün ve saygınlık kazandırır.
Polonya Edebiyat Akademisi’nce ödüllendirilir. Schulz’un “Mesih” adlı bir roman
yazdığı, ancak bunun Polonya işgali sırasında kaybolduğu ileri sürülmektedir.
1936’da Franz Kafka’nın “Dava”’sını da Lehçe’ye çeviririr. Schulz, “Kum Saati
Burcundaki Sanatoryum, (1937)” adlı eserinin tüm resimlerini çizer. Kitabın
illüstrasyonlarından başka değişik
konuları içeren birkaç yüz resmi vardır.
Bu resimlerin büyük bir bölümü, yaklaşık üçyüzden fazlası, Varşova Adam Mickiewicz Edebiyat müzesinde
bulunmaktadır. UNESCO, 1992 yılını, ünlü Krokodil Sokağı adlı eserin yazarı
Schulz’un 100. doğum ve 50. ölüm yılı olarak ilan eder.
1939 yılında II.
Dünya Savaşı’nın başlaması ve Almanların Drohobycz’i istila etmesi ile sanatçı,
Yahudi olduğu için gettoda yaşamaya zorlanır. Bruno Schulz SS subayı Felix
Landau sayesinde bir süre hayatta kalmayı başarır. Landau, Schulz’taki
yeteneğin farkına varır ve çocuklarına eğlence olsun diye kaldığı villanın
duvarlarına resimler yaptırır. Ama bu resimler yalnızca hazin sonu geciktirir ve 19 Kasım 1942’de Schulz,
Landau’nun rakibi olan bir Alman Subayı tarafından öldürülür. Nazi Landau’nun
evinin duvarlarını süsleyen Freskler de ölümünden sonra gerçeklerin gün ışığına
çıkmasını engellemek istercesine boya ile kapatılır.
Freskler
unutulur, yerlerini bilen kimse yoktur. Ta ki, yönetmen Benjamin Geissler’in
babası oğluna bu fresklerden bahsedene kadar. Greissler 2001 yılının başında bu
yapıtların izine düşer. 9 Şubat’ta, bugün artık Ukrayna sınırları içinde olan
Drohobycz’teki villada, pembe bir boya tabakasının altında, aranan bulunur.
Fresklerin
ortaya çıkarılış öyküsünü konu alan belgesel, Schulz’un son resimlerini gün
ışığına çıkarır. Mayıs ayında, Kudüs’teki Yad Vaşem Müzesi’nden görevliler bu
yapıtlardan önemli parçaları gizlice alıp İsrail’e götürürler. Bu da dünya
çapında polemiklere yol açar. Ukrayna’da kalan parçalar, Varşova, Wroclaw ve
Gdansk’ta sergilendikten sonra, 13 Ekim 2004-23 Ocak 2005 tarihleri arasında,
Paris Yahudi Sanatı ve Tarihi Müzesi’ne taşınır. İsrail’dekiler ise , Yad Vaşem
Holokost Müzesi’nin yeni kanadında sergilenir.
Geissler ve
babası, Bruno Schulz’un yapıtlarını ne
şartlar altında yapıldığını, sanatçının Nazilerin tek kurbanı olmadığını, o
bölgede 15.000 Yahudinin öldürüldüğünü biliyorlardı. Geissler, küçük bir öyküyle
şöyle sürdürüyor anlatımını: “1930’ların başında Bruno Schulz bir lisede resim
öğretmenliği yapıyordu. Yoksul Drohobycz bölgesinin bir resmini yaptı.
Öğrencileri ona: ‘Neden bu resmi yaptın?’ diye sorduklarında, ‘Çünkü çok
yakında yok olacak, haritadan silinecek’, diye yanıt verdi. Öyle ya da böyle,
sonuçta bu gerçekleşti.”
Schulz,
haritadan silinecek olanın resmini yaptı, kendi haritasından silinecek
olanların. Kabuklu, kapalı, ölümlü dünyasını çizdi. “Resimleri SS subayı için
yapmıştı, evet, ama aslında Yahudi soykırımını resmediyordu”, diyor Geissler. “Bu
Bruno Schulz’un son işi, bununla bir ileti vermek istiyordu. Drohobycz’te Shoah’yı
resmetti o. Örneğin, Ukrayna’da kalan parçalardan birinde, pekâlâ Felix Landau
olduğunu düşünebileceğimiz bir süvari
çizmiş. Sonra bir kraliçe var, bu da Landau’nun önce metresi, sonra da karısı
olan Gertrude Segel olabilir. Yine Ukrayna’daki başka bir parçada ise bir orman
görülüyor. 15000 Yahudi’nin kurşuna dizildiği Bronica Ormanı olabilir buradaki
orman. Ayrıca Yahudilerin kurşuna dizileceği yeri seçen de Felix Landau. Yad
Vaşem’de bulunan parçalardan birinde de, Bruno Schulz’un otoportreleriyle
yadsınamaz bir benzerlik sergileyen bir arabacı var. Bu resimleri gördükten
sonra, onları bir araya getirmenin sadece sanat tarihi açısından değil, Shoah
araştırmaları açısından da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu son resimlerle
Bruno Schulz bize ne demeye çalışıyordu?
Duvar resimleri
her zaman bir dönemin, bir çağın iletileri, yansımaları olarak görüldü, ister
mağaraların, ister tapınakların, isterse villaların duvarlarını “süslesin”. Bir
resmin, üstelik zorla yaptırılan bir resmin, tanıklık değeri olmasa bile,
değişik durum ve koşullar altında, fısıltıyla dahi olsun, söyleyeceği
birşeyleri vardır. Siparişi verene, hatta belki ressamına bile sezdirmeden,
içgüdüsel olarak, elden başka birşey gelmediği için. Belki de sadece “buradaydım”
diye yazmak istemek için... “Onlar da buradaydı” demekten kendini alıkoyamadan….
Art History
Institute of the Catholic University of Lublin
Faculty of Art
Theory and the History of Artistic Doctrines
January 2003