Bu ülkede
çocuklar annelerine hiç sormayacakları soruları sordular, bu ülkede anneler
çocuklarından hiç duymayacakları soruları duydular.
Derya Özkan İstanbul
- BİA Haber Merkezi 06 Kasım 2016, Pazar 00:01
Şimdi bir
yumurta
en mahrem
yerinden çatladı
her yer safran
bu masal diyarında…
“Soran olursa
sakın Kürt olduğumuzu söyleme” diyordu annem. Neredeyse her sabah montumu
giydirirken fermuarı tamamen çekip yüzümü ellerinin arasına alır ve gözlerimin
içine delecek gibi bakarken söylerdi. Sanırım sene 1992, Taş Mektep’in 1-A
sınıfının 523 numaralı mini mini birinci sınıf öğrencisiydim.
4 katlı bir
apartmanın en üst katında oturuyorduk, annem, bir sabah bir de akşam sobanın
kovasını değiştiriyordu. Sabahları kova seremonisine yetişemiyordum çünkü evde
değildim ama akşam okuldan geldiğimde büyük bir ciddiyetle önlüğümü çıkarır,
üstümü değiştirir sonra da annemin yanına gidip “hadi ben hazırım” der gibi
bakardım. Kömürlük yerin altındaydı, çok ekşi ve mayasıl bir kokusu olurdu, her
daireye ayrılmış küçük bölmelerde bütçelere göre alınmış kömürler odunlar
olurdu. Hem çok korkar hem de çok keyif alırdım. Çıkabilecek büyük fareleri
düşündükçe annemin eteğine bir el mesafesinde durur ama diğer yandan da
cesaretle etrafı süzerdim. Annem ne kadar acele etse ben o kadar hüzünlenir
biraz daha kömürlük kokusu solumak için hızlı hızlı nefes alıp verirdim.
Bir gün
okuldan geldiğimde benden dört yaş küçük kardeşimi ve beni karşısına alıp, çok
büyük uçakların seslerini duyarsak hızlıca kömürlüğe gitme oyunu oynayacağımızı
söyledi. Uçakların bu oyunla nasıl bir alakası olabilir ki diye içimden geçse
de pek oralı olmadım. Televizyonlarda Saddam diye biri dönüp duruyor, başka
başka yerlere bombalar attığı söyleniyordu. Ne zaman bir uçak geçse, hemen
kömürlüğe ineceğimizi düşünüp heyecanlanırdım.
Bir gün sınıfa
okulumuzun asık suratlı müdürü girdi, yanında ondan daha asık suratlı bir adam
vardı. Öğretmenimiz fırlar gibi ayağa kalkınca kader ortaklığı etmemek ayıp
olur diyerek bizler de fırlamıştık. Asık suratlı müdürün yanındaki ondan daha
asık suratlı adam, ülkemizin zor zamanlar geçirdiğini, bizlerin bunlara alet
olmamamız gerektiğini birlik ve beraberlik içinde yaşamamız gerektiğini çok üst
bir perdeden anlatıyordu.
Sonra o asık
suratlı adam öyle bir soru sordu ki sanki herkes o anda dönüp bana bakmış gibi
hissettim.
“Aranızda Kürt
var mı?”
Annem tembih
etmişti, söyleme demişti. Söylemedim, söyleyemedim. Ama kendimi elimi kaldırmış
halde bulunca ben de duruma inanamamıştım. O anda aslında bir soru sormak
istediğimi söyleyerek toparlamaya çalıştım. Asık suratlı adam sormam için
başıyla onay verdi.
“Öğretmenim,
bu Kürtler bizden ne istiyor?”
İlk defa
içinde bulunduğum o ölümlü duygudan uzaklaşmış, ilk defa kendime dışardan
bakmıştım. Kürt olduğumu saklamam gerektiği düşüncesi bile çok ağır geliyor her
an bir yerde aniden “Ben Kürdüm” diyecekmişim gibi tedirgin oluyordum ama bu
soruyla koskoca yedi yıllık –ki bunun 5 senesini bellek öncesi dönem kabul edersek- hayatımda
kendimi o toz bulutunun dışında bulmuştum.
Bir ferahlık
ama bir olmamışlık duygusu hatırladığım.
Duyduklarım
ise beni duygudan duyguya sürüklüyordu. Meğerse Kürtler bu ülkeyi bölmek
isteyen, bebekleri öldüren, askerleri öldüren, bombalar patlatan ve daha birçok
kötülükler yapan insanlarmış. O an yıkılıyorum. Benim annem kimseyi
öldürmemiştir inşallah diye geçiriyorum içimden.
Akşam okuldan
döndüğümde eve çıkmak gelmiyor içimden, hızlıca tek gizlenecek yerime,
kömürlüğe iniyorum. Ben katil olmayacağım, ben bebek öldürmek istemiyorum diye
bir kütüğün üzerine oturup ağlamaya başladığımı hatırlıyorum.
Uzunca bir
süre ağlamış olacağım ki saatin nasıl geçtiğini fark etmemişim, annemin bir
komşuyla birlikte terliklerini şapırdatarak kömürlüğe indiğini duyduğumda
panikten ne yapacağımı şaşırmıştım.
Annemse beni
bulmanın mutluluğu ama diğer yandan yaşadığı korkunun siniriyle bana sarıldı.
Eğilip yine yüzümü ellerinin arasına alıp sordu;
“Neden
buradasın, ne oldu? Çok korktum…”
“Anne, sen hiç
bebek öldürmedin değil mi? Asık suratlı adam dedi ki biz bebek öldürüyormuşuz”
Annemin
dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya başladığını görünce hemen boynuna sarıldım.
“Ağlama anne,
ben biliyorum sen kimseye kıyamazsın” diyordum ama yetmiyordu. Annemin kalbi o
gün orada çok kırıldı. Günlerce annemin suratına bakamadım.
Bu ülkede
çocuklar annelerine hiç sormayacakları soruları sordular, bu ülkede anneler
çocuklarından hiç duymayacakları soruları duydular.
Asık suratlı
adamlar kendi yarattıkları gerçeklere inandılar, yaktılar, yıktılar…
Ve çocuklar,
en çok çocuklar parçalandılar bu yalanlar altında.
Umut vadeden
yarınlar dileğiyle. (DÖ/EKN)
Derya Özkan
Sakarya
Üniversitesinde Türk Edebiyatı eğitimi aldı. 2006'da sivil toplum alanında
çalışmaya başladı. 2009'da İtalya/Sicilya’ya gitti ve arkeoloji çalıştı.
2011'de Türkiye’ye döndü ve Mardin’e yerleşti. Uluslararası Sürdürülebilir
Kalkınma Derneği genel sekreterliğini yaptı. 2014'den beri İstanbul’da yaşıyor.