İnsanın başka insanlara duyduğu sevginin sınırları nerede başlar, nerede biter? Burjuvazinin çizdiği ulusal sınırların öte yanına geçince insanlık sevgisi de tükenmek ya da azalmak zorunda mıdır?
T24
İnsanın başka insanlara duyduğu sevginin sınırları nerede başlar, nerede biter? Burjuvazinin çizdiği ulusal sınırların öte yanına geçince insanlık sevgisi de tükenmek ya da azalmak zorunda mıdır? Albert Einstein’ın “insanlığın kızamığı” olarak nitelendirdiği milliyetçilik mikrobundan kurtulmak sanıldığı kadar zor mudur? Tüm bu soruların cevabını ararken aklımızdan çıkarmamız gereken çok önemli bir isim var: Yonatan Shapira…
Yonatan Shapira, İsrail hava kuvvetlerinden eski bir komutan… Babası bir savaş pilotu olan, çocukluğu hava kuvvetleri üssünde geçmiş ve büyüyünce de çocukluk hayali olan pilotluk mesleğini seçmiş bir İsrail vatandaşı. Böyle bir tanımdan sonra aklımıza gelecek subay görüntüsü az çok bellidir. Fakat Shapira bu görüntüden fersah fersah uzak biri. Öncelikle, bir savaş karşıtı ve insan hakları aktivisti. Tabii bu kimliğine uygun bir hayat yaşamak için 11 yıl hizmet verdiği hava kuvvetlerindeki görevinden ayrılmayı göze alan ve kendini barış mücadelesine adayan bir eylem insanı…
Shapira, ordudaki görevi boyunca “ikili bir kişilik”le yaşamak zorunda kaldığını çünkü subay olarak çalışırken de sol görüşlere sahip olduğunu; mesai bitiminde üniformasını çıkarıp Tel Aviv şehir merkezindeki eylemlere katıldığını; okulda sürekli eşitlik, adalet ve özgürlük değerlerini öğrendiğini ve bu değerlerle büyüdüğünü dile getiriyor.
Hayatını esasen değiştiren dönemin, ikinci intifadanın son 4 yılı olduğunu söylüyor. Bu dönemin karşılıklı şiddet ve intikam dönemi olduğunu dile getiren Shapira, bir noktadan sonra kendisinin de bu şiddet döngüsünün bir parçası olduğunu anlıyor.
“Bizzat insanları öldürmesem de, insanlar için çok derin acılar yaratan bu sistemin parçasıydım. Filistinlilerin başına gelenlerden yıllarca habersizdim. İsrail’de tarihin sadece bir kısmını öğrenmiştim. İlk kez “Nakba”yı, yani 1948 yılında Filistinlilerin başına gelen felaketi duyduğumda, 30 yaşlarındaydım. Tarihin ve günümüzün böyle büyük bir gerçekliği konusunda kör kaldığınızı ve şiddet döngüsünün bir parçası olduğunuzu fark edince bunu atlatmak, çok büyük bir duygusal adım gerektiriyor. O anda iki seçeneğiniz var: Ya gerçekleri inkâr edip, bastırıp bu meseleleri gündeme getirenlerle savaşmaya devam ediyorsunuz ya da daha fazlasını öğrenip, sorumluluk alıp durumu değiştirmeye çalışıyorsunuz. Ben ve arkadaşlarım, bu ikinci seçenekten yana olduk.”
2003 yılında hava kuvvetleri korgenerali Dan Halutz’un bir Hamas liderini hedef alırken çocuklar dâhil 14 sivili öldürmesi, Shapira için bardağı taşıran son damla oluyor.
Bu olaydan sonra, korgeneral Halutz’a yöneltilen “bunca sivilin ölümü size ne hissettirdi” sorusuna verdiği cevap tüyler ürperticiydi: “Tek hissedebildiğim, bombayı atış anında uçağın geçirdiği hafif sarsıntısıydı”. Bu cevap, Shapira’yı ordudan kopma noktasına getiren dönüm noktası oluyor.
“Bir sistemin parçası olduğunuz anda, sistemin yaptıklarından sorumluluk duymaya başlıyorsunuz. İsrail ordusu benim için bir aile gibiydi. Fakat ailemin yanlış yaptığı hissi bende ağır basıyordu. Kimin yaşayıp kimin öleceğine kim karar veriyor? Bir avuç komutan mı? Artık her gün, savaş uçakları sivil alanlarda yaşayan masum insanların başlarına bombalar yağdırıyordu. Savaşla hiçbir ilgisi olmayan insanlar da hedef alınıyordu” diyen Shapira, çocukların da öldürüldüğü bu operasyona tanık olduktan sonra, bunun bir savunma politikasından çok bir intikam politikası olduğunu anladığını ve bu noktaya gelene kadar çok derin kişisel ve zihinsel bir kriz yaşadığını söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Pilotluk eğitimini alırken amacım İsrail savunma kuvvetlerinde çalışmaktı; İsrail intikam kuvvetlerinde değil. Üstelik bu işgal durumu toplumumuzu yozlaştırıyor; bu yüzden her şeyden önce işgale ve ablukaya son vermemiz lazım.”
2003 yılında ordudaki 26 meslektaşıyla birlikte, İsrail komutanlarına ve İsrail hükümetine yönelik bir mektup yazarak “yasadışı ve ahlak dışı emirleri yerine getirmeyi ve masum sivillere yönelik operasyonlara katılmayı reddediyoruz; bizler İsrail işgal kuvvetlerinde değil; İsrail savunma kuvvetlerinde görev yapmaktan yanayız” diyor. Bu mektup İsrail’de çok büyük yankı uyandırıyor çünkü mektubun yazarları, İsrail ordusunun en saygın biriminin pilotları. Mektubun yayınlanmasından 1 ay sonra, Shapira ve arkadaşları ordudaki görevlerinden uzaklaştırılıyor, birçok kişi tarafından hainlikle suçlanıyor ve büyük bedeller ödüyorlar.
“Bu mektup yayınlandıktan sonra bazıları bize vatan haini dedi, bazılarının gözündeyse kahraman olduk. Haliyle, birçok insanın düşünce biçimine ters düşüyoruz. Benim 2 kardeşim de retçi. Annem ise kadınların oluşturduğu bir kontrol noktası izleme hareketinde gönüllü. Bu hareket kapsamında, kadınlar kontrol noktalarında gözlemci olarak çalışıyor; ellerinden geldiğince Filistinlilere yardımcı oluyor ve eğer İsrail askerleri bir hak ihlalinde bulunursa görüntü alıp dünyaya duyurmaya çalışıyorlar.” Shapira, İsrail’le Arap komşuları arasında gerçekleşen Altı Gün Savaşı’na katılmış bir savaş pilotu olan babasıyla bazı fikir ayrılıkları yaşadığını fakat evde artık üç retçi olduğu için, babasının da zamanla onlara yaklaşmaya başladığını anlatıyor.
Bilindiği üzere, İsrail’de askerlik kadın ve erkekler için zorunlu. İsrail’de retçi (refuser) olmak demek, işgal altındaki Filistin topraklarında askerlik yapmayı reddetmek demek. Shapira’nın açıklamasına göre İsrail’de binlerce resmi retçi var. Bunların dışında resmi olarak açıklama yapmasalar da işgal edilmiş topraklarda görev almayan ya da görev almamak için komutanlarıyla anlaşma yapan birçok asker var. Shapira, orduda retçileri destekleyen çok büyük bir kitle olduğu ve birçok birimin Filistin’e operasyon yapmak istemediği bilgisini veriyor.
Shapira, eylem çizgisini şu kelimelerle ifade ediyor: “Eğer eylemlerinizi İsrail ve Arap halklarına olan sevginizle yaparsanız, bu eylemlerin sonuçları çok da güçlü olacaktır. Fakat eğer nefret, intikam ve öfke hisleriyle yola çıkarsanız, kaybetmeye mahkûmsunuz.”
Demokratik ilkelerin çiğnenmesini önlemek için toplumun hangi altyapıyı veya ortamı sağlaması gerektiği sorusunun cevabı da Shapira için açık ve net: “İnsanlar öncelikle seslerini yükseltmeyi öğrenmeliler. Birçok insan aslında bizimle aynı fikirde. Bu insanlar, bir ulusu işgal etmenin yanlış olduğunu düşünüyorlar. Her ne kadar sahip oldukları düşünceler toplumdaki yaygın düşünceler olmasa da, bulundukları ortamlarda bu düşünceleri dile getirme cesaretini göstermeliler. Retçi olmanız için illa asker olmanıza gerek yok. Hangi mesleği icra ederseniz edin, size söylenen yalanlara itiraz etme hakkınız var. Tarih her zaman egemen sistemi ve fikirleri değiştirmeye çalışan retçileri hatırlar. Siyahlarla beyazların eşitliğini savunanlar da ilkin “vatan haini” veya “kötü adam” olmakla suçlandılar. Fakat şimdi hepsi bizim kahramanımız. Bu yüzden toplumdaki her birey retçi olabilir ve olmalıdır” diyor.
Shapira, Filistin’de de barışçı ve şiddet karşıtı bir özgürlük mücadelesinden yana. İsrail retçi hareketindeki “Barış Savaşçıları” örgütünün kurucularından ve Filistin’deki barış yanlısı eylemlere aktif olarak katılıyor. İsrail devleti, uluslararası hukuku ve evrensel insan haklarını uygulamaya başlayana kadar Filistinlilerin, Yahudilerin, İsrail vatandaşlarının, Güney Afrika’daki apartayd karşıtı mücadeleden esinlenerek başlattıkları Boykot Hareketini sürdüreceklerini söylüyor. Shapira ayrıca 2010 yılında İsveç’ten yola çıkan ve Nazi soykırımından sağ kalanların, İsrail-Filistin çatışmasında ölenlerin anne ve babalarının ve Filistin’deki yasadışı işgale razı olmayanların katıldığı Gazze’ye yardım gemisindeki yolculardan biriydi ve bu gemiden İsrail askerlerine şöyle seslenmişti: “Abluka ve işgal, insanlık dışıdır; evrensel ahlaka ve Yahudiliğin değerlerine aykırıdır. Vicdanınızın sesini dinleyin. “Sadece emirleri uyguluyorum” demeyin. Halkımızın acı tarihini hatırlayın. Ablukayı ve işgali reddedin!”
Shapira, BBC muhabirinin “Filistin’de ne oluyor” sorusuna “yaşananlar iki kelimeden ibaret: savaş suçu” cevabını veriyor ve savaş suçunu şöyle açıklıyor: “Bu sadece Filistin halkına karşı işlenen bir savaş suçu değil; İsrail halkına karşı da işlenen bir savaş suçu. Özgürlük, insanlık ve eşitlik değerleriyle yetiştirilmiş bir Yahudi olarak beni duyan herkese sesleniyorum. Filistin için, İsrail için ve bütün dünya için, bu ölümleri durdurun. Filistinlileri bir açık cezaevine tıktık, onlara hayvan gibi davranıyoruz ve işte sonuç bu. Milyonlarca insanın özgürlük isteğini öldüremezsiniz.”
Shapira’nın 2004 yılındaki bağımsızlık gününde İsrail ordusundaki dostlarına seslenişi de yine tarih kitaplarına girecek ifadelerle dolu: “Sizin için şimdi ne söylendiğini değil; 20 yıl sonra çocuklarınıza ne söyleyeceğinizi düşünün. İnsan olduğunuzu ve kalbinizin gün be gün yok olduğunu inkâr etmeyin. Tek bir kelimenin o devasa gücünü kullanın: Hayır deyin!”
Bu cesur barış aktivistini dinlerken düşünüyorum. Türkiye’deki kirli savaşı mahkûm edecek rütbeli bir askerin açıklamalarını ne zaman duyacağız? “Kürt halkının dilini yasakladık, köylerini yakıp yıktık, onları zorla göç ettirdik, acımasızca katlettik, işkencelerden geçirdik, üzerlerine bombalar yağdırdık. Bu bir insanlık suçuydu. Haklarını gasp ettiğimiz için Kürtlerden, tüm bu insanlık suçlarını onlar adına ama büyük ölçüde onlardan habersiz işlediğimiz için Türklerden ve her şeyden önce bütün insanlık ailesinden özür diliyoruz. Eşitlik içinde yaşamaya hazırız ve Kürt halkının özgürlüğü bizim de özgürlüğümüzdür” diyecek yürekli bir Türk komutanını ne zaman göreceğiz?
“Pek yakın bir tarihte değil” dediğiniz duyar gibiyim fakat unutmayın: Bir zamanlar öldürmesi emredilen insanların artık özgürlüğü için mücadele eden Yonatan Shapira gibi insanlığın yüz akı değerler var olduğu sürece, güzel bir geleceğe dair umutlarımız asla tükenmeyecek…
Uzay Bulut