Thursday, March 26, 2015

Ölüm ile Yaşam Arasında Beklemek: AB-Bulgaristan Sınırı


Raja Apostolova  26.03.2015
AB’nin diğer sınırları gibi, Bulgaristan sınırı da ölüm ile yaşam arasında sallanıp duran bir salıncağı anımsatıyor. Her yıl binlerce insan daha iyi bir hayat sürmek umuduyla bu sınırı geçmeye çalışıyor, fakat bazılarını, hayalini kurdukları hayattan farklı olarak ölümcül bir son bekliyor. Akdeniz kıyılarına ulaşmaya çalışan binlerce insanın denizde boğularak hayatını kaybettiğine dair haberleri Bulgaristan’da nadiren işitiyoruz. İşittiğimiz zamanlarda ise, ki genellikle bunlar İtalya ve Yunanistan sahillerine vuran binlerce cansız bedenin haberleştirilmesi şeklinde oluyor, bizler de şok olmuş bir şekilde verilen haber görüntülerini izliyoruz.
Yasadışı geçişler sonucunda gerçekleşen ölüm vakalarının son zamanlarda artış gösterdiği sınırlardan birisi de Bulgaristan’ın Türkiye ve Sırbistan ile olan sınırları. Bulgaristan sınırı örneğinin sıradışılığı, sadece Bulgaristan’a girmeye çalışanları değil, ülkeden çıkmaya çalışanların da ölüm ile karşı karşıya kalmaları. Geçtiğimiz yıl içerisinde Sırbistan sınırından gelen bazı haberlere bakalım. 4 Haziran 2014’te Sırbistan’a kaçmaya çalışan bir Afgan’a Bulgaristan sınır polisleri tarafından ateş açıldı ve yaralandı. 19 Kasım 2014’te Sırbistan’dan Bulgaristan’a geçmeye çalışan dört mülteci sınırda ölü bulundu.[1] Ölümlerin sebebi ise donmaları. Dokuz gün sonra, 28 Kasım’da fakat bu sefer Türkiye sınırında, bir mültecinin bedeni daha donmuş halde bulundu.[2] Son ulaşan habere göre ise, 12 Mart 2015’te, sınırı geçmeye çalışan Muhammed Jawad Kadhim ve Dalil Murad İlyas, Bulgaristan sınır polisinin saldırısı sonucu yaralandılar ve ardından hayatlarını kaybettiler.[3] Polisin saldırısında ayakları kırılan mülteciler, ilerlemeleri mümkün olmadığı için sınırda donarak can verdiler.
Muhammed ve Dalil, IŞİD’in Irak’ta yaşayan Yezidilere dönük gerçekleştirdiği katliamlardan kaçarak Avrupa Birliği’ne geçmeye çalışan Yezidilerden sadece ikisiydi ve Avrupa’nın en büyük düşmanı ve medeniyetimizin kazanımlarına dönük büyük bir tehdit olarak görülen IŞİD’den kaçıyorlardı. Bulgaristan sınır polisi tarafından yakalanıp şiddete maruz kalan on yedi kişilik grup, sınırdan Türkiye’ye koşarak geçtiler. Bazıları Türkiye tarafında jandarmalar tarafından araçlara alındı. Bazıları ise yaralı halde bulunup Edirne’de tedavi altına alındılar, ki yaralılardan bir tanesinin sağlık durumu kritik.
Türkiye-Bulgaristan sınırındaki saldırı vakaları yeni değil. Bu saldırılar sürekli tekrarlanıyor ve yaş ya da cinsiyet fark etmeksizin herhangi bir kimsenin bu tarz saldırılara maruz kalması işten bile değil.[4] 24 Nisan 2014’te dört çocuğuyla beraber sınırı geçmeye çalışırken aynı şekilde saldırıya uğrayan Samira'nın ya da 15 Mayıs 2014’te bacaklarından ve başlarından yaralanan Suriyeli iki kardeşin yaşadıkları bu vakalardan sadece ikisi. Bu iki Suriyeli kardeş ve onların aileleri, ikinci kez bu gerçekle ve Avrupa sınırlarında yaşanan geri itme vakalarında yaşanan artışla yüz yüze geldiler. Zira aynı aileden bir başka kişi, bu olaydan birkaç ay önce Akdeniz’i geçmeye çalışırken hayatını kaybetmişti.
‘2000’li yılların başlarında, Avrupa sınırları büyük oranda iki esas üzerine kurulmuştu: Avrupa’ya geçmek isteyen herhangi bir kimsenin kaçış için “nesnel” sebeplere sahip olması hususundaki takıntı ve benzer bir şekilde kişinin Avrupa’da kalması için “nesnel” sebeplerin bulunup bulunmadığına dair takıntılı tutum. “Siyasal mı yoksa ekonomik sebeplerden dolayı mı iltica ediyor?” sorusu, kişinin göçmenlik statüsünü belirlemeye yarayan temel soruların başında geliyordu. Avrupa sınırları, iltica yasaları, vize yükümlülükleri ve serbest dolaşım, daha doğrusu farklı saiklerle gerçekleşen sınır geçişlerinin bedelleri üzerinden işlevsellik kazandı. Balibar’ın deyişiyle “Avrupa apartheid”i, bahsi geçen takıntının ilk kademesini oluşturuyor.[5] İkinci kademeye gelecek olursak, Avrupa sathında mevcut olan bir diğer takıntı ise “hakikat” üzerinden üretiliyor. Bu takıntı, göç olgusunun altında evrensel bir hakikatin yattığını varsayarak, yasadışı olduğu söylenen tüm sınır geçişlerini hakikatin yozlaştırılması olarak değerlendiriyor. Böylesi bir sabitleme, söylemsel statülere tercüme edilebilir. Misal, korunma talep eden ve kendisini çalışan gibi gösterip ekonomik göçmen ünvanı kazanan kimseler böylesi bir anlayıştan dolayı sahte sığınmacılar statüsü altında değerlendiriliyorlar. Günümüzde AB sınırları, yukarıda belirtilen ilk takıntıdan vazgeçerken, daha kapsayıcı ve kuşatıcı olan bir başka takıntıyı üretiyorlar. Bu takıntı genel olarak sınır geçişlerini engellemek üzerine kurulu.
Bahsettiğim durumun maddi etkileri son yıllarda Türkiye-Bulgaristan sınırı boyunca görünür hale geldi. İlk başta sınırın otuz kilometrelik bölümünü kapsayacak şekilde yapılması planlanan duvar projesi, 11 Mart tarihinde netleştiği şekliyle 131 km olarak genişletilmiş durumda.[6] 2013 yılına oranla 2014 yılında gerçekleşen sınır geçişlerindeki %44’lük azalmaya karşın, dikenli tellerin ve betonun mülteci akışını engelleyeceği varsayılıyor.[7]Bu gibi uygulamaların yanında, son zamanlarda Almanya’nın Bulgaristan’a “yasadışı dış göç” konusunda uyguladığı baskıları göz önünde bulundurursak, Bulgaristan sınır polisinin şiddete başvurmasının nedenlerini kolaylıkla görebiliriz. 10 Mart günü, Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier başkent Sofya’da yaptığı konuşmada, Almanya’nın yasadışı göçe karşı en büyük müttefiki olan Bulgaristan’da yapılması planlanan yatırımlarda artışa gidileceğinin garantisini verdi.[8] İma ettiği şey gayet açıktı. Steinmeier, AB’nin en dıştaki sınırı olması bakımından bu Balkan ülkesinin öneminden bahsediyordu, fakat aynı zamanda Bulgaristan’ın Almanya’ya doğru gerçekleşen göçlere karşı bir tampon oluşturmasındaki rolünün altını çiziyordu. Bir başka deyişle, sınırında ölümlerin yaşandığı Bulgaristan’a uygulanan baskı, hem giriş hem de çıkışlar üzerinden olacaktı.

Almanya’nın, Bulgaristan sınırının kontrol altına alınmasındaki çıkarları, yalnızca şimdiye değil aynı zamanda geçmişe dönük bir yönelimi ifade ediyor. 3 Şubat 2015 günü Sofya’da bulunun Bulgaristan Ulusal Kütüphanesi, sağcı Hristiyan Demokrat Birliği ile ilişkisi bulunan Konrad Adenauer Vakfı tarafından düzenlenen bir sergiye evsahipliği yaptı. Demir Perde adıyla düzenlenen sergi, ülkenin dört bir yanında Özgür Bulgaristan’ın 25 Yılıadıyla düzenlenen anma etkinliklerinin sadece bir bölümüydü. Bu sergide, ülkenin komünist geçmişiyle alakalı olan sınır, sınır hareketliliği ve dikenli teller gibi konuları akıllara getirerek geçmişin ”rasyonelleştirilmesi” amaçlanıyordu. Bunların yanında, yine komünist geçmişi anımsatan ve sınırların kurumsallaşması sonucu oluşan hiyerarşik ayrımlara değinilirken, 1945- 1990 yılları arasındaki sınır geçişleri sırasında yaşanan ölümlerin henüz netleştirilmemiş istatistiğine işaret ediliyordu. Bu etkinlik sırasında, Bulgaristan Devlet Başkanı Plevneliev,[9]ülkesinin geçmişteki sınırlarını iki yönden kötüledi: Birincisi eski sınırlar Bulgaristan’ı “özgür dünya”dan ayırıyordu, ve ikincisi o dünyaya geçmeye çalışanların önünde bir engel oluşturuyordu. Başkana göre verdiği iki örnek “totalitaryen rejimin insanlıkdışı doğasını onaylamanın” en doğru yoluydu. Almanya Büyükelçisi de “totalitaryen rejimlerin insanlıkdışı yüzünü” ortaya koyma fırsatını kaçırmadı ve böyle bir serginin düzenlenmesine destek vermiş olmaktan gurur duyduğunu belirtti. Konrad Adenauer Vakfı’nın temsilcisi de, Bulgar liberal vatanseverler de, geçmişte sınırların liberal olmayan doğasının öngörülen düşmana karşı değil, ülkenin kendi vatandaşlarına karşı oluşturulduğunu düşünüyorlar. “Özgür dünyaya ulaşmaya çalışırken hayatlarını kaybedenler vatan haini değildirler… onlar ülkemizin kurtuluşuna hizmet ettiler… Onlar köleleştirilen Avrupa halklarının ortak kurtuluş mücadelesine katılmak için sınırı geçmeye çalışıyorlardı.” Etkinlikteki son konuşmacıya göre sınır şiddeti, Demir rejimin esareti altında yaşayanları işaret ediyordu. Kurulan bu karşıtlık üzerinden, tabii ki de günümüz Avrupa sınırlarının özgürleştirilmiş ve düşmana karşı önlem olarak çizilmiş sınırlar olduğu kabul ediliyordu. Devlet Sosyalizminin “hareketsiz halinin” naif eleştirisini bir kenara bırakıp etkinlikte dile getirilen varsayımlardan hareket edecek olursak sergi, günümüzde düşmanı uzak tutmak için uygulamaya konulan sınır tekniklerinin analizi için dikkat çekici detaylar sunuyor. Devlet sosyalizmi ile liberal demokrasiler arasındaki benzerlikler, yukarıdaki anlatıda bariz bir şekilde ortaya çıkıyor zira, devlet sosyalizminin çizdiği sınırlar, günümüzde Avrupa Kalesi olarak adlandırdığımız şeyin prototipi olarak işlev görüyor.
“Mülteci krizi”[10] Kasım 2013’ten Haziran 2014’e kadar devam etti. Bu da uluslararası STÖ’lerin ve seçim öncesi Alman partilerinin, sınırlardaki geri itişler, evsizlik, sağlık hizmetlerinin yokluğu ve Bulgaristan’daki göçmenleri hedefleyen ırkçı saldırılar gibi meselelere ne kadar zaman ayırdıklarını ve önemsediklerini gösteriyor. Hiçbir şey değişmedi, sadece içinde bulunduğu toplumsal hoşnutsuzluktan dolayı Bulgaristan’dan kaçmaya çalışan insanların sayısında artış yaşandı. Açıkçası, sığınmacıların ve statü kazananların Bulgaristan’a gelmekteki amaçlarının Almanya’ya ulaşmak olduğu bir sır değil. Sadece geçen sene, Almanya, Dublin Antlaşması’na dayanarak 4405 insanı Bulgaristan’a geri göndermek istedi.[11] Yani tahmin edileceği üzere, Türkiye-Bulgaristan sınırında yaşanan son olay medyanın bu meseleye dönük ilgisini fazlasıyla arttırmış olacak. Tüm bunlar yaşanırken Almanya ise mümkün mertebe bir apartheid kurmaya devam ediyor.

Sırpçadan Çeviren: Sercan Çınar
Birikim’in Notu: Makalenin aslı için bkz. link


[5] Balibar. E. 2002. Politics and the Other Scene. New York-Londra: Verso.
[6] Bulgaristan- Türkiye sınırının toplam uzunluğu 259 kilometredir.
[7] Bu düşüş, büyük oranda geri itişler ve uygulamaya konulan korkutma taktiklerinden kaynaklanıyor. 2013 yılında ve 2014’ün ilk altı ayından gerçekleşen geri itişlerin ve Bulgaristan’da mültecilerin genel durumuna dair daha detaylı bir rapor için bkz. Hristova, Apostolova, Deneva, and Fiedler. (2014) Trapped in Europe’s Quagmire: the situation of asylum-seekers and refugees in Bulgaria. Sofya.http://bulgaria.bordermonitoring.eu/files/2014/07/Hristova-et.al-Trapped-in-Europes-Quagmire.pdf.
[9] Başkan tarafından hazırlanan konuşmayı temsilcisi okudu.
[11] Almanya Hükümeti’ne Die Linke’nin bu konu ile alakalı olarak verdiği soru önergesi: Bulgaria agreed to take back 1177 people. http://dip21.bundestag.de/dip21/btd/18/037/1803713.pdf


Friday, March 13, 2015

Love Letters from Palestine FILM- Dana Dajani spoken word

"Love Letters from Palestine" is a spoken word poem written and performed by Dana Dajani. Filmed in Bethlehem by Hanan Debwania, and in Dubai by Rodrigo Kirchner who also edited the film. Clarinet by Baha Hilo

Sunday, March 8, 2015

Powerful Portraits Of Old People

Photography by ~ FurSid
Photography by ~ jaeWALK
Photography by ~ Anirudh
Photography by ~ Ben
Photography by ~ Lady_Don
Photography by ~ Daskar
Photography by ~ Alfredo11
Photography by ~ *hiro008
Photography by ~ J u l i u s
Photography by ~ Hameediii
Photography by ~ Expatriat Games
Photography by ~ Memo Vasques
Photography by ~ Iyadarus
Photography by ~ Annuska – AnnA Theodora
Photography by ~ FLZ
Photography by ~ [kren]
Photography by ~ MKB
Photography by ~ Wazari
Photography by ~ Kirsty Mitchell
Photography by ~ Photoma’s World
Photography by ~ -clicking-
Photography by ~ AntonioArcos
Photography by ~ Salvatore Falcone
Photography by ~ RaulLiam
Photography by ~ Diana
Photography by ~ LemuelinChrist
Photography by ~ anti-t-kom
Photography by ~ Dian Karlina
Photography by ~ TYC
Photography by ~ dani.Co
Photography by ~ Leon Facehunter